politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ağustos 2016 Salı

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNİ MEHDİ MESİH HAREKETİ BAĞLAMINDA TEO STRATEJİK BAKIMDAN DEĞERLENDİRMEK


15 Temmuz darbe girişimi bugüne değin askeri ve politik yönleriyle çokça ele alındı. Fakat Ortadoğu'nun bir parçası Türkiye'de vuku bulan üstelik küresel mahiyetli tonlarda barındıran  bir durumun Teolojik-Stratejik bakış açısıyla irdelenmeden kümelenen bütün neticeleri en nihayetinde eksik kalacaktır.
Her çağın ana dinamosu bir devleti/devlet felsefesi vardır. Bulundukları dönemlerde; Roma, Habsburg, Osmanlı gibi güçler nasıl ki siyasi yön vazifesini çoğunlukla tayin etmişlerse bugünde bu misyon kabul edilse de edilmese de Birleşik Devletlere düşmüştür. Yani çoklu yönleri bulunan politik bir durumun irdelenmesi ABD irdelenmeden yavan kalacaktır. Şu halde iptidai manada Fransa ve İngiltere'de başlayan, Kayzer Wilhelm tarafından bir müddet ana politika haline getirilen Dinler Arası Dialog çalışmaları bugün yine Protestan İngiltere ve görünürde Protestan Abd tarafından sürdürülmektedir. Abd politik sistemi ise Mesih merkezli politik mekanizma açıklanmadan anlaşılamaz. Buna göre İngiltere topraklarında doğan ve Güçlü Mesih anlayışı ile Faiz serbestisi ilkesini düstur edinen Protestanlık, göç hareketiyle Amerika kıtasına taşındı. Öyle ki kurucu babalarının neredeyse tamamı mason olan bu devlette Benjamin Franklin'den itibaren Başkanlar Tanrı'nın elçiliğine soyundular. Franklin, Filipinler'i, Tanrı talimatıyla işgal ettiklerini açıklarken, Jefforson devletin kuruluşunda kendilerine Tanrı'nın rehberlik ettiğini belirtmişti. Yakın dönemde Körfez savaşında Tanrı tarafından görevlendirildiğini açıklayan Bush'un istikrarını oğlu Bush sürdürdü ve Irak'ı işgal için Tanrı ile konuşup onay aldığını açıkladı. Görünürde pekçok kişiye saçmalık gelen bu hususlar Protestan lobinin ana siyasi omurgasını oluşturur. Finans ve dünya hakimiyetlerini devam ettirmek isteyen bu grup Mesih merkezli bakış açıları neticesinde Dialog çalışmalarını sahiplendi ve İbrahimi Dinler adı altında Semavi Dinleri ortadan kaldırmaya ant içti. Tek bir inanç sistemi New Age olarak tasarlandı çünkü inancı kurgulayan insanlığıda istediği gibi kurgulayabilirdi. Görünürde hoşgörü ve barış temasını sık kullanan bu lobinin ajanları aslında gerekli şartları mümkün kılabilmek için son derece militarize söylem ve yöntemlere başvurmayı ihmal etmeyecekti. Bu akımların en ses getirenleri şunlardır;

A) MOON GRUBU : Bütün Hristiyanları Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti adıyla faaliyete geçen oluşum kiliseden ziyade seküler alanda örgütlendi ve tek dünya dini söylemini parola edindi. Özellikle 12 Eylül döneminden itibaren Türkiye'de de misyonerlik çalışmalarını artıran grup pekçok vakıf, dernek, üniversite, okul kurdu. Bunlardan bir tanesi de Dünya Barış Akademisyenleri idi. Barış söylemini sıkça kullanan örgüt Irak ve Afganistan işgalini destekledi. Akademisyenler grubunun yöneticilerinden Kasım Gülek ne tesadüf ki(!) Fetullah Gülen'i Türkiye'de devlet kademesine yerleştiren kişi olacaktı.

B) KESNİZANİ GRUBU : Irak'ta bürokratik kademede örgütlenen grup Baas'ın Saddam'dan sonra en güçlü ismi İbrahim İzzet El Duri'ye değin özellikle üst subaylarda mensup elde etti. Dini argümanlar kullanan grup Irak işgalinde Abd'nin en büyük destekçisi oldu.

C) TAHİRÜL KADRİ GRUBU: Pakistan'da dini bir cemaat olan ve dialog çalışmaları yürütüp toplumsal alanda örgütlenen yapının lideri kısa süre evvel Ordu ve İstihbarattan devşirdikleriyle hükümete karşı darbeyi destekledi neticede Kanada'ya sığındı.

D) FETULLAH GÜLEN/PDY GRUBU : Dialog çalışmalarıyla tanınan Gülen, 12 Eylül sonrası Sızıntı dergisinde Son Karakol başlıklı yazısında açıkça darbeyi destekledi. Orduyu tebrik etmekle kalmayıp sonraki dönemlerde 28 Şubat ve 15 Temmuz girişiminin planlayıcısı oldu.

Görünen o ki Dini argüman kullanan cemaatler nerede olursa olsunlar ülke bütünlüğünü hiçe sayabilecek kadar dinden uzaklaşma eğilimi gösterebiliyorlar. Fakat bunun izahı bu yazının konusu olmamakla birlikte 15 Temmuz ne idi? bertaraf edilmesiyle ne kazanıldı? gibi hususlara değinmeliyiz.
15 Temmuz Abd patentli Yapay Mehdi ve ona uygun bir Ordu ve Ülke tasarlama projesiydi. Dini kaynaklar incelendiğinde Hristiyanlık ve Yahudilik'te beklenen Mesih, İslamiyette beklenen Mehdi vakasını açıkça göreceğiz. M.Ö. 586 Ölü Deniz parşömenlerinden etkilenen Mesih inancı, Abdullah Bin Sabe ile Sunni ekolede girerek İslamiyet'in Mehdisi halini aldı. Mesih/Mehdi iyi ve kötünün savaşı demektir ve bu yüzyıl içerisinde bu figürler yaratılacaktır. Suriye, Lübnan, İran ve Türkiye'nin tasfiyesi beklenen Armageddon savaşı için kaçınılmaz olacaktır. Şu Halde 15 Temmuz'a giden yolda Mit hadisesini irdelememiz gerekiyor. Paralel Devlet bütün bürokratik kurumlarda itinayla örgütlenirken İstihbarat bunun oldukça dışında kaldı. Öyle ki hali hazırdaki Müsteşar atandığında Uluslar arası Lobiler tepki gösterdi ve Paralel kalemşörler Müsteşarı sıkça İrancılık ile itham etti. Onlara göre İstihbarat Acem teşkilatı olmuş İran'a bilgi sızdıran bir kevgire dönmüştü. Oysa durum farklıydı.

A) 2007 yılında İranlı Nükleerci Ardeşir Hüseyinpur evinde ölü bulundu. Doğalgaz zehirlenmesi olarak açıklanan olayın aslında böyle olmadığını birkaç ay sonra Amerikalı İstihbarat Şirketi Stratfor açıkladı.
B) Nükleer uzman Ali Asgari aynı yıl İstanbul'da kayboldu. Akıbeti halen meçhuldür.
C) 2007 Türkiye'deki uçak kazasında Türk nükleer bilimci akademisyenlerin yitirilmesiydi.
D) Yalnızca birkaç sene sonra Rusya'daki uçak kazasında İranlı nükleer bilimciler hayatını kaybedecekti.

Görünen o ki bir el Nükleer çalışmaların belirlenenin dışına taşmasını istemiyordu. Bu sebeple Türkiye İstihbarat Teşkilatının başına İran'a karşı Şahin bir müsteşar getirtilmesi arzulanandı. Fakat istenilen olmadı. Akademik çalışmaları bulunan yeni Müsteşar akademik çalışmalarının verdiği birikimle dingin ve rasyonel bir rota ile İran'da Orta Sınıfların güçlendirilmesi buna mukabil İran ile de temas edilebilmesinden yanaydı. Paralel yapılanma işte bu temel sebeple planlarını uyguladı. Önce Oslo görüşmelerinin sızdırılması, Gezi provokeleri (çadırların yakılması), 17/25 Aralık denilirken kısa bir süre evvel 15 Temmuz girişimi geldi.

15 TEMMUZ İLE NE İSTENDİ?

Evvela istenen yeni bir kabinden ziyade Tsk'nin ve toplumun silahlı çatışmasının sürdürülmesi, istikrarsızlaştırma eylemi ve Cumhurbaşkanı'nın Lahey'e gönderilmesiydi. Çünkü onlar geride kahraman bırakmak istemiyorlar Lahey tertibi ile bir yandan Cumhurbaşkanı'nı itibarsızlaştırmak diğer yandan Türkiye'yi Suriyeleştirmeyi tasarlıyorlardı. Tesis edecekleri yeni ekip çözüm süreci adı ile federatif Türkiye'yi hazırlarken İran'a karşı agresif ve saldırgan tutum belirlenecekti. Bu sırada Gülen Mehdi olarak kendisine bağlı yapay Mehdi Ordusuyla İran'a harb ilan ettirecek ve Kabe'nin kapısına çok kısa bir zaman sonra tanklar dayanmış olacaktı.

15 TEMMUZ'UN BERTARAFIYLA NE ELDE EDİLDİ?

Herşeyden evvel Türkiye'nin bölünme süreci ertelendi. Ortadoğu harbine şu an kapı kapatıldı ve Armagedon'u bekleyenler başka planlara yöneldi.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

1) 8 Nisan 2016 Kriz Grubu raporu Türkiye'de iç savaş ve ekonomik yıkıntı ön görmektedir.
2) Türkiye İsrail ile rasyonel bir yakınlaşma eğilimindeyken terör faaliyetleri yeniden artma eğilimi göstermiştir. Hasım lobiler Etkin ve güçlü ülke tasavvuru istenmemektedir.
3) Fetö kabuk değiştirme sürecine girmiştir.
4) Kürsel gücün tasarladığı Kıyamet Savaşı enaz 10 yıl tehir edilmiştir.

SONUÇ

Türkiye zor günlerden geçmektedir. Bunun en temel sebeplerinden biri Katolik Protestan Ortodoks ve Musevi dünyasının inanç merkezi konumunda bulunmasıdır. Türkiye'nin yönetimini Türkiye'nin fertlerine bırakmak istemeyen unsurların diğer planları muhtemelen devreye girecektir. Bu tehlikelerin engellenebilmesi veya ertelenebilmesi için Dinler Tarihi çalışmalarına yoğun olarak ihtiyaç vardır. Din Sosyoloji, Din Ekonomi, Din Siyaset bağlamında teorilerin oluşturulmaları ve incelenmeleri başka 15 Temmuzlar yaşamamak için hayati önem arz etmektedir.

19 Ocak 2016 Salı

TERÖRİZME KARŞI SRİ LANKA MODELİ Mİ? DEMOKRATİK BARIŞ PROJESİ Mİ?


Son yıllarda toplumsal hayatı ve devlet stratejilerini derinden etkileyen  paramiliter kaotik eylemlerin sıklığı terör hususunun bütünüyle irdelenmesinin zaruriyetini doğurmuştur. Terörizm nedir? her şiddet içeren eylem bir terör saldırısı mıdır? gibi akıl yürütmeleri bu kavramı açıklamak için ilk adım kabul edilebilir. Patron terörü, öğretmen terörü, eş terörü gibi kavramları sıkça duyduğumuz zaman diliminde bu tanımlamardaki terör kavramının hukuk dışı bir şiddeti barındırdığı açıktır fakat Güvenlik Çalışmaları bakımından bir şiddetin terörizm kategorisinde değerlendirilebilmesi için siyasi bir maksat taşıması öncelikli koşuldur. Buna göre terör daha genel bir tanımken terörizm spesifik mahiyetli bir kavramı ifade etmektedir. Modern terörizm kavramının doğduğu Fransız İhtilali Jakobenlerinin uygulamalarından beri, tek kutuplu dünya düzeninde bu kavram şiddetini ve etki alanını artırarak devam etmektedir. Günümüzde dünyanın hemen her coğrafyası terör tehditi ve tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu sebeple globalist güvenlik uygulamaları artık önceden belli bir tehdit yerine risk temelli yaklaşımları içermekte devlet mi, bireysel özgürlükler mi?  sorusunda, devlet yanıtı özellikle 11 Eylül saldırılarından itibaren siyasi çözümlemelerde verilmektedir. Birleşik Devletlerde kurulan Anavatanın Güvenlik Departmanı ve başta İngiltere olmak üzere bütün yazışmaların, telefonların, sosyal ağların takibi önleyici istihbarat kapsamında terörizme karşı geliştirilen çözümler arasında yer almaktadır. Günümüzdeki en mükemmel çok yönlü askeri pakt Nato'nun 2030 yılına kadar tehdit değerlendirmelerine baktığımızda devletlerden evvel, bireylerin, radikal grupların ve organize suçların yer aldığı görülecektir. Bu durum elbette 2030 yılına kadar konvansiyonal bir harp olmayacağı manasına gelmez fakat önemli analistler ve askeri uzmanlar nezdinde de ispatlanmıştırki özellikle kısa vadede, siber suçlar, casusluk eylemleri ve terörizm faaliyetleri devletlerin harbi olasılığından çok daha öncelikli ve önemli bir kategoride değerlendirilmektedir. Terörizm ve teröristler önümüzdeki günlerde adlarından daha çok bahsettireceklerken bir ''Terör Kuşağında'' yer alan Türkiye'nin tedbirlerini azami oranda belirlemesi hayati bir önem taşımaktadır. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren paramiliter tehlikeleri yaşamış Türkiye'nin kitlesel manada terörizm ile tanışması 1978 yılında Suriye'de pkk'nın kurulmasına kadar uzanmaktadır. Sağlıklı bir terörizmle mücadele metodu ortaya koyabilmek için öncelikle terörist grupların oluşma süreçlerinin tahlili gereklidir. Buna göre pkk'yı Milli İstihbarat Teşkilatı kurdurdu şeklindeki ütopik ve gerçekle bağdaşmayacak kurgulamalar üzerinden meselenin ele alınması zaten baştan batağa saplanmamıza sebebiyet verecektir. Bu noktayı kısaca izah edelim ki bu teorinin çıkış noktası pkknın kurucusu abdullah öcalanın izdivacını gerçekleştirdiği kişinin babasının Cumhuriyet döneminde Güvenlik Bürokrasisi içerisinde görev almasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda bu örgütün kendi vefatından sonraki yıllarda kurulması talimatını Mustafa Kemal'in vermiş olması, talimatı alan kişinin bunu kızı üzerinden izdivacını gerçekleştirdiği öcalan aracılığı ile uygulamış olması gerekmektedir. Bu durum Türkiye Cumhuriyetine hiçbir şey kazandıramayacağı gibi teorinin aslen dayandırılmak istenilen kaynağın bizatihi Cumhuriyetin kurumsal yapısının ve kurucu iradesinin olduğunun açıklığı nettir. 1900'lü yılların ortalarından itibaren devletler içindeki gelişmelerin dış konjontürel durumlardan ayrı olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu sebeple pkknın kuruluş döneminin dış siyasi şartlarıda değerlendirilmelidir. pkknın ilk eylemini gerçekleştirdiği 1979 tarihi, Fransız istihbaratının çalışmasıyla Humeyni'nin İran'a girmesi, Birleşik Devletlerin Afganistan'da istediğini alamadığı ve Irak'ta askeri darbenin olduğu döneme denk gelmektedir. Yani bu yıllarda Ortadoğu çok karışıktır ve Sovyetlerin Ortadoğudaki nüfuzu söz konusudur. O halde Türk Ordusunun ağır silahlı bölümünün doğu sınırlarına kaydırılması küresel güvenlik tedbiriyle uyumlu olacaktır. Yani pkknın kuruluşu evvela doğu sınırlarına askeri yığınak planının bir parçasıdır. Elbetteki bu planı kademeli olarak silah lobilerinin kazançlarını arttırması, etnik çatışmaların deneme sahası oluşturulması ve en ileriki aşamalarda sınırsal bazda stratejilerin kurgusu izlemekteydi. Bugün gelinen noktada bu durum açıkça görülmektedir. Türkiye'de terör örgütü pkkdan ibaret değildir fakat irili ufaklı ideolojik veya dini referanslı silahlı örgütler asla pkk kadar sarsıcı olamamıştırlar. Terörist temini, eylem, silah ithali gibi konularda çoğu zaman tıkanan bu örgütlerin istisnası pkk olmuştur. pkk ile mücadelede doğru bilinen yanlış Devletin başarısız olduğudur. Devlet, teröristle mücadelede pektabiki başarılı ve üstündür lakin terörizmle mücadele konusunda aynı izahatı getirmek mümkün görünmemektedir. Türkiye gibi önemli ülkelerde özellikle güvenlik bürokrasisi içerisinde yer alacak bireylerin eğitimleri çok uzun ve zahmetlidir. Türkiye'de de muhakkak başarılı personel hatta politikacılar olmakla birlikte modernist ülkelerin gerisinde olunduğu açıktır. Terörizmle mücadele ve profesyonel güvenlik temelli bir siyasetin inşaası şüphesiz uzun zaman alacak bir zihniyetin oluşturulmasıyla mümkündür. Fakat bugünün verileriyle de terörizm konusunda birtakım önerilerde bulunabiliriz. Öncelikle terörist ve terörizm ile mücadelede Sri Lanka modeli olarak adlandırdığımız lümpen güvenlik ve meşru şiddet temelli yaklaşımı irdelemek yerinde olacaktır.

TERÖRİZME KARŞI YÖNTEM 1 SRİ LANKA METODU

Dünyanın en kanlı terör gruplarından biri olan Tamil Kaplanlarının eylemleri sosyal ekonomik sebepler dolayısıyla 1970lerde başlamıştı. Ortalama yedi yaşındaki çocukları silah altına alarak eğitim veren örgüt, Tamil etnisitesinin bir takım isteklerini özellikle Sinhali etnisitesine karşı kanlı eylemlerle sunmaktaydı. Hindistan devlet başkanına suikaste kadar etkinliğini artıran örgüt kısa zaman önce Sri Lanka'nın topyekün askeri harekatıyla bitirilmişti. Terör ve terörizme karşı Türkiye'de bu metodunu uygulanmasını savunanların hesap edemedikleri ana eksen, ülkelerin coğrafyalarının, realitelerinin, önceliklerinin farklı olmaları sebebiyle bir politikanın diğer bir ülkede aynı başarıyı sağlamaya olanak veremeyeceğidir. Buna göre:

1) Sri Lanka deniz temelli bir devlettir. Buna göre teröristlerin Palk boğazı ile ilişkisi kesildiğinde yani boğaz kapatıldığında silah teminleri mümkün olmamıştır. Oysaki Türkiye'de sözgelimi Suriye kara sınırını kapatmak için bile bütük Silahlı Kuvvetleri seferber etmek gerekir. Yani iki ülkenin coğrafi şartları bütünüyla farklıdır.
2) Tamil Kaplanlarına büyük askeri harekat düzenlenmeden evvel, örgütün en önemli ismi Albay Karuna 5000 tane militanla beraber teslim olmuştur. Yani örgüt zaten silahlı açıdan tükenme noktasına gelmiştir. Türkiye'de ise pkk, sniperları ve paramiliter şehir yapılanmalarını devreye sokarak çatışma ortamını dahada şiddetlendirdiği gibi öcalanın yakalanması dışında kitlesel bir silah bırakmaya rastlanmamıştır.
3) Sri Lanka nispeten kendi halinde olan bir ülkedir ve bu sebeple terörle mücadele her dozda şiddet ve oluşabilecek sivil kayıplar ancak cılız bir şekilde kınanacaktır. Oysaki Türkiye Batı ile müzakerede bulunan bunun da dışında büyük finanas kuruluşlarıyla ilgisi olan bir ülkedir. Terörizmle mücadeledeki en ufak bir hata, büyük tepkilere sebebiyet verecek, kredi derecelendirme kuruluşları devreye girebilecektir.
4)Salt askeri yöntemlerin uygulanması 1990'larda görülmüş ve başarılı olunamamıştır. Öyleki Oramiral Vural Beyazıt zamanında bölgeye Denizci muharip personel bile gönderilmiş teröristle mücadelede üstünlük sağlanabilmesine rağmen terörizmin engellenebilmesi hususunda başarılı olunamamıştır.  Şu halde Sri Lanka Metodu, Türkiye'nin terörizmle mücadele konusunda başarı kazanabileceği bir uygulama olarak görülmemektedir.

TERÖRİZME KARŞI YÖNTEM 2 DEMOKRATİK BARIŞ METODU

2009'dan itibaren başlatılan bu süreç kapsamında birtakım yasaklar kaldırılmış, güvenlik güçlerinin operasyonları askıya alınmış ve böylelikle yeni bir anayasınında tanımlanmasıyla terörizmin kökten engellenebileceği düşünülmüştür. Aslında barış süreci Tsk'nın desteğiyle ve öncülüğünde Abd'nın Irak'tan çekilme süreciyle paralel bir seyiri izlemiştir. Kendi içerisinde bu sorunu çözebilmiş oalacak Türkiye özellikle Irak'ın Kuzeyinde harikulade bir soft power olacağından bu hem Pentagon ile uyuşan hem de Türkiye'nin enerji politikalarıyla kesişen bir strateji olarak hayata geçirilecekti. Fakat birtakım folklorik sebepler, istihbarat örgütlerinin müdahili ve coğrafyanın istikrarasızlığının artmasıyla pratik karşılığı mümkün olamadı. Bu süreçte:

1) Türk Milliyetçiliği düşünülmeyen biçimde yükselişe geçti. Hitler'in meşhur kitabının el altından satışında patlamaların yaşanması, toplu İstiklal Marşı şölenleri, ve pkknın kürt etnisitesiyle milliyetçi tahayyülde giderek birbirine yaklaşması toplumsal kutuplaşmayı artırmış oldu.
2) Bu süreç bir samimiyet testiydi ve pkk bu işte samimi olmadığını süreç içerisinde bölgeye döşemiş olduğu mayınlar ile ispatladı.
3) Çözüm süreci gibi demokratik düzenlemeler artık gerekliydi fakat aşırılıkların yaşanmalarına engel olunamadı.
4) Silahlar bir türlü susmadı. Türk kürt kardeştir söylencesinin toplumsal karşılığı giderek zayıflamaya başlayan bir retorik haline gelmesinin önüne geçilemedi.
5) Din asla birleştirici bir unsur olamadı. ''Doğunun Manevi Bekçisi Seyit Taha'' tarzı haberlere rağmen istenilen netice alınamadı.
6) Süreçte pkk kendisini reorganize olarak daha evvel görülmemiş metodları uygulamaya başladı. Bu durumda güvenlik güçleri oldukça zor anlar yaşadı.

Yukarıda bahsedilen iki metodda görüldüğü gibi pekçok çelişki ve yanlışları içermektedir. Terörizmle mücadelenin anahtar kavramı/kavramları ne olmalıdır? sorusuna üç şıklı bir yöntemi önermek mümkün olacaktır.
A) Ekonomik
B) Teröristle Mücadele
C) Terörizmle Mücadele

A) EKONOMİK

Politik olayların ekonomiden ve ekonomik gelişmelerden değerlendirilmesi olanaksızdır. 1986'dan bu yana gerçekleştirilen ekonomik yaklaşımlarda özellikle 1992'den sonra Devlet İlişkilerinde ekonomin ağırlığını kurumsallaştıran Kapspein aynı zamanda bu alanınönemini artırdı. Elbette en ileri ekonomik ve sosyal düzeyi olan ülkelerde de terörizm faaliyetleri görülmektedir fakat bu ülkelerdeki ayrılıkçı eğilimler daha seyreltilmiş tonlarda belirir. Abd'de Teksas'ın ayrılması ve Kuzey vilayetlerinin Kanada ile birleşmesi ile alakalı yüzlerce bilimsel makale, araştırma ve rapor geliştirilmiş bu yönde sivil toplum kuruluşları hayata geçirilmiştir. Fakat bu girişimler en azından şu anda birer fantaziden ibaret kalmıştır çünkü Birleşik Devletlerin Vatandaşı olmak birey için eşsiz bir zenginliktir. Bu modele göre Türkiye'nin ekonomik ve buna bağlı olarakta sosyal ilerlemesi ayrılıkçı faaliyetleri sekteye uğratabilecektir çünkü ayrılma veya eyaletleşme bu görüşü savunan insanlar için asla bir zenginlik getirmeyecektir. Türkiye'de bu yönde genel olarak şu adımlar atılmalıdır:

1) İstihdam faaliyetleri düzenlenmeli, enerji bağımlılığını azaltmak için nükleer tesisler kurulmalıdır.
2) Anavatanı olunan ürünlerin ithalinden kati suretle vaz geçilmelidir.
3) Muazzam bir ekonomik istihbarat birimi oluşturulmalı, ekonominin önemini vurgulamak için Ekonomi Bakanı Milli Güvenlik Kuruluna dahil edilmelidir.
4) Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye'de Denizcilik geliştirilmeli denizcilik faaliyetlerinin ekonomiye katkısı artırılmalıdır.
5) Savunma sanayisi uluslararası minvalde dönüştürülmelidir.
6) Dolaylı ve dolaysız vergi uygulamaları konusunda düzenlemeler yapılmalı, dolaylı dolaysız vergi hususu modernist ülkelerdeki doğrultuda uygulamaya koyulmalıdır.
7) Pekçok ülkeye vizesiz seyahatin kaldırılması için başlatılan çalışma muvaffakiyete erdirilmelidir.
8) Türkiye, Ar ge ve patent konsunda muazzam başarısız bir seviyededir. Yeni teşvikler, örnek uygulamalar devreye sokularak, özellikle Üniversitelerin standartları yükseltilmelidir.Daha çok yabancı öğrencinin Türk Üniversitelerini tercih etmelerinin önü açılmalıdır.
9) Türkiye yer altı kaynaklarını sağlıklı olarak değerlendirebileceği bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bu yalnızca değerli madenlerin çıkartılmasını değil aynı zamanda işlenmesini ve gerekli metodlarla pazarlanmasınıda içermelidir.

B) TERÖRİSTLE MÜCADELE

Teröristle mücadelede tecrübeli ve oldukça başarılı Türkiye değişen koşullarıda dikkate alarak stratejisini güncellemelidir. Buna göre Doğu vilayetlerindeki operasyonların süresi uzamakta bu durum tam bir başarıyı sağlayamadığı gibi şehitlerede engel olunamamaktadır. Siyaset Biliminin önde gelenlerinden olduğu Kabul edilen Mayyevelli, Şiddetin bir seferde ve bütün güçle yapılmasını savunur. Buna göre:

1) Gerekli Vilayetlerde Sıkıyönetim ilan edilmelidir. Askeri vesayet ile mücadele ettiğini belirten iktidar partisi için bu durum tabanına ve kamuoyuna açıklaması zor bir kavramda olsa aslında vesayetle ilgisi bulunmadığı zamana yayılarak izah edilmelidir. Sıkıyönetim, Olağan Üstü Hale göre özel durumları barındırır ve bu özel durumlardan en önemlisi sıkı yönetim komutanlarının doğrudan Genelkurmay'a bağlı olarak görev yapması ve askeri mahkemelerin devreye girerek sivilleri yargılamasıdır. Batı kentlerindeki terör saldırılarında tam teçhizatlı askerlerin metropollerin ortalarında görev aldıkları düşünüldüğünde Ortadoğu kültürüne yakın Türkiye'nin kısa bir süre için belirlenmiş bölgede militar bir tutumu takınması kabul edilebilir olacaktır.
2) Büyük şehirlerdeki Özel Harekatçılarında bir bölümü olmak üzere Özel Kuvvetler personeli dahil bölgeye sevk edilmeli, evler, kahvehaneler, dernekler, belediyeler, araçlar aranmalı, silahlı operasyon başlatılmalıdır.
3) Yalnızca bu süreçle ilgili sivil terör mahkemeleri kurularak yargısal mekanizmanın hızlandırılması amaçlanmalıdır.
4) Operasyonlar süresince yayın yasağı getirilmeli hiçbir provakasyona mahal verilmemelidir.
5) Örgütün yırtdışındaki yöneticilerine operasyon yapılmalıdır.

C) TERÖRİZMLE MÜCADELE

Türkiye'nin her daim zayıf olduğu bu kategoride:

1) Örgütün finanas kaynakları belirlenmeli ve tedbir alınmalıdır.
2) Örgüte destek veren ülkelere karşı yumuşak güç mekanizmaları devreye sokularak uluslararası sahiplenme minimuma indirilmelidir. Örneğin Abd eğer bu örgütü desteklersen Ortadoğu'da ki radikal unsurlar konusunda tarafsız kalırız gibi.
3) Sınırlar çok iyi kontrol edilmeli sınır güvenliğ tam anlamıyla profesyonelleştirilmelidir.
4) Dil ve kültür serbestisi devam ettirilmelidir.
5) Türkiye'de bir kürt enstitüsü kurulmalıdır. kürtler ile ilgili çalışmaları Paris değil gerekirse Türkiye ve yerli akademisyenler yürütmelidir.
6) Özerkleşmeden yerel yönetimlerin güçlendirilmesi değerlendirilmelidir.
7) Gap tamamlanmalı ve şark turizmi başlatılmalıdır.

Özellikle son dört madde örgütün öne sürdüğü argümanları elinden alarak kozlarını tükettirmeye yönelik stratejilerdir.

SONUÇ

Bütün başlıkların uygulanması neticesinde tükenmiş bir örgüt varken müzakereler başlatılmalı bu müzakerelere, sivil toplum yöneticileri ve kanaat önderleri davet edilmelidir. Bu vesileyle gerçekleştirilecek yasal düzenlemeler bu meseleye son şeklin verilmesini sağlayacaktır. Unutulmamalıdırki tek bir silah dahi susmadan başlatılacak bir görüşme Devletin milli refleksini zaafa uğratan ve hiçbir netice doğurmayacak kısır bir piyesten öteye gidemeyecektir.