15 Haziran 2017 Perşembe

HOLLYWOOD'UN YENİ DÜNYA DÜZENİ KOMPLOLARI VE TÜRKİYE






Devletlerin belirledikleri stratejilerde yalnızca askeri güce odaklanma, ordu ve silaha dayanma prensibi dönüşüm geçirdi ve yumuşak güç mekanizması adlı farklı bir kulvarı doğurdu. Günümüzde ise güç askeri ve yumuşak gücün dengelendiği Akıllı Güç biçiminde formatlandı. Ülkelerin sahip oldukları eğitim kurumları, turizm uygulamaları, medya endüstrisi, yayıncılık, misyonerlik ve postmodern misyonerlik, şirketler, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları, enstitüler, düşünce kuruluşları, kamuoyunca bilinen bireyler gibi ögeler Zeki Güc'ün Yumuşak Güç alt kolundaki kategoriye dahil edilebilecek en bilindik ve geçerli faktörlerdir. Medya endüstrisinde önemli bir alana sahip olan film sektörü yalnızca zaman geçirme aracı değil algısal yönlendirme ve telkin işlevlerinide yüklenmiştir. Bunu ise en iyi başaranların başında Abd sinema endüstrisi daha bilindik adıyla Hollywood gelmektedir. 800 ile 1000 arası senelik filmin hazırlandığı muazzam büyüklükteki Abd sinemasında popüler ve uluslararası gösterimdeki filmlerde üç ana unsur mutlak surette işlenmektedir. Bunlardan birincisi büyük ve sarsılamaz bir devlet algısı ikincisi dini seramonilere atıf ve üçüncüsü ise Abd Savunma Bakanlığı Pentagondur.


Yeni Dünya Düzeni'nin bilindik veya dolaylı mesajlarını içeren özellikle bilimkurgu ve fantastik filmlerde Pentagon yalnızca ülkesine hizmet eden bir kurtarıcı olmasının ötesinde dünya ve dünya insanlığı için çalışan militer bir hayır kurumu işleviyle takdim edilmektedir. Filmleri izleyen seyircilerin yönlendirilmesi, Amerikan gücüne hayran bırakılma isteğinin yanında bir husus unutulmamalıdır. Abd merkezli batı film endüstrisinin yeni dönem bilimkurgu fantastik filmleri, hakim batı, üstün batı kavramını pek güzel ve eğlenceli biçimde işlemeyi ilke edinmiştir. Arzu ettikleri hayranlık hedef ülkelerdeki insanları aynı zamanda bu ülkelere ve özellikle Abd'ye karşı çaresiz boyun eğmesi gereken bir psikolojiye sevk etmektedir.


Binlerce filmden birbirlerine oldukça benzeyen konuyu işleyen, futirist bir bakıç açısıyla hazırlanmış ve nispeten yakın tarihli üç Amerikan filmini futurist siyaset stratejileri bakımından incelemeyi uygun gördük. Bu filmlerden birincisi yüksek bütçeli Batmen Ve Superman adlı yapıttır. Filmde kısa sürelide olsa mesih kavramı işlenmekte ve bir sahnesinde her dinde kurtarıcı mesih olduğu deklare edilmektedir. Superman adlı karakterin kimlik sorunsalı yaşadığı bütünde, kimileri tarafından ilah ilan edilen bu karakter bir mucit tarafından yok edilmek istenir. Ve filmin sonlarına doğru Pentagoncu mucidimiz ''Eğer Tanrı'yı insan yok edemiyorsa Şeytan yok eder'' repliğiyle insan yapımı dev bir şeytanı adeta ''yaratır'' ve kahramanı hedef gösterir. Konumuz açısından önemli olan hususda burada gizlidir. Savunma sektöründeki insanlar bilimsel çalışmalarla yeni canlılar var etmekte ve kendi literatürlerince yaratmakta böylelikle insanın en azından mucitçi insanın Tanrı'dan daha üst mertebede bulunacağını arzu ettiklerini ifşa etmektedir. Bu durum gerçek hayattaki bazı küreselci futuristlerin beklentileriyle oldukça uyumludur. Ray Kurzwill, Türkçe'ye de çevrilen İnsanlık 2.0 kitabında, Tanrı'nın yarattığı İnsanı 1.0 kendilerinin formatlamayı umduklarını ise 2.0 olarak işaret ederek küresel planların neyi hangi sınırsızlıkda amaçladığını uzunca anlatmıştır.


Konu edineceğimiz ikinci film ise Yenilmezler'dir. Abd'li bir grup kahraman insan yapımı yapay zeka Ultron ile mücadele edeceklerdir. Ultron bir yapay zeka olarak tasarlanır ve ilk faaliyet olarak zorunluluk olmamasına rağmen başka bir zekayı öldürür. Daha sonra kendisine beden arayacak, beden tasarlayacak, her defasında bedenini geliştirecek ve bir robot ordusu kurarak insanlığı tehdit decektir. Sürekli internete bağlı olarak bilgilerini geliştiren Ultron, süper kahramanlarla savaşırken bir yerde interneti kesilir ve ''İnternetimi kapattınız dünyamı kararttınız'' itirafını gerçekleştirir. Bu durum bugünün insanını tanımlayan bir özelliktir. Askeri bir çalışmanın ürünü olarak karşımıza çıkan Ultron sonunda zorda olsa yine Abd'li kahramanlar tarafından mağlup edilecektir.,


Belirtmek istediğimiz üçüncü film ise Pasifik Savaşları adlı yapıttır. Pasifik Okyanusuna açılan bir geçitten gelen birbirlerinden farklı yaratıklara karşı insan yapımı dev ve çok güçlü makine robotlar hayata geçirilmiştir. Pentagon uzmanları savaşı her dakika izlemekte ve bu yönde yönlendirmelerde bulunmaktadır. Filmde garip varlıkların saldırısına uğrayacak Hong Kong, Pentagon yapımı bu büyük robotlarca istila edilmeden kurtarılır. Bu yönüylede film farklı bir mesaj vermektedir. Çin, Hong Kong'u idari bölgesi ilan etmiştir. Filmde ise Hong Kong'u Çin değil Ancak Abd kurtarabilmiştir.






Bu üç filmin ortak özellikleri bulunmaktadır. Birincisi, üçünde de iyi ile kötü arasındaki bir savaştan, kıyımdan zayiattan neticesinde ise mesihi bir zaferden bahsedilmektedir. İkincisi, Pentagon, Abd ordusu başrolde yine dünyayı kurtaran zümreyi oluşturmaktadır. Üçüncüsü, insan yapımı zeka ve bedenler insanı farklı bir noktaya taşımaktadır. Dördüncüsü ise konu edilen bu iç filmde de uzay teması bir şekilde işlenmiştir.


Bilimin bugün geldiği noktada yapay zeka ve robot çalışamalarının bir hayli ilerlediği ortadadır. Buna göre daha şimdiden bu teknolojilerin insan yerine geçmesiyle birlikte işsiz kalacak insan sayısı ve yeni istihdam modelleri aranmaktadır. Ayrıca uzay çalışmalarıda hız kazanmıştır. Yeni Dünya Düzenine uygun yeni bir din inşası için uzay kaynaklı projeler devreye sokulmakta üç boyutlu sanal Mesih, yeni bir gezegen, İnsanlığa ait olduğu iddia edilen yeni kayıtların açıklanması gibi projelerle insanlığa ait sosyal ve dini bütün birikimlerin adeta yeniden tasarlanması amaçlanmaktadır. Bu sebeple Yeni İpek Yolu adlı 21 trilyon dolarlık proje için çalışmalar başlatılmıştır. Üretimin Çin'den başlatılarak mamüllerin demiryolu ve limanlarla dünyaya servis edilmeleri tasarlanmıştır. Limanların önemi yüksek olduğundan Yunanistan küresel sermaye tarafından borçlandırılarak Pire Limanına el koyulmuştur. Küresel kredi derecelendirme kuruluşları, İzmir'in kredi notunuda AAA seviyesine çıkartarak bu yönde de maksat taşıdıklarını ifşa etmiş bulunmaktadırlar. Yeni Dünya'nın küresel projesi bu yönde yalnızca ekonomik temelli değil kültürel ve sosyal boyutlarıda olacak dünya devleti girişimlerinin bir örneğidir. Çalışamaya konu olarak işlenen filmlerde Yeni Dünya Düzeni'ne Abd perspektifinden vurgu yapan diplomasi vasıtalarıdır. Onlar Çin'i ve İpek Yolunu kabul etmemekle birlikte, Pentagon merkezli yönlendirilecek bir dünya tasavvurunu öne çıkarmaktadırlar. Hangi seçenek kabul edilirse edilsin, yakın bir gelecekte insanlığın çok değişik bir savaş vereceği, hayatını teknolojik gelişmelerle beraber kolaylaştırmanın yanında evrensel fıtratına müdahale edileceği gerçeğinin ne gibi neticeleri getirebileceği siyasi sosyal bilim çevreleri nezdinde daha yüksek tonlarda tartışılmaya başlanmıştır.


Oldukça stratejik kapsamlı bu gelişmeler yaşanırken Türkiye'nin yeni düzeni algılama ve hazırlanma projelerinin olmaması gibi bir durum büyük devlet potansiyeliyle bağdaştırılamaz. Bu sebeple milli güvenlik konsepti Kırmızı Kitap'ın bu gelişmeleride içerdiğini ummak zorundayız. Türkiye'de yeni düzenin kodlarınııklayan filmleri topyekün reddetme vaya basit bir hayranlıkla takip etme gibi kifayetsiz bir tutum içinde olunulmamalıdır. Türkiye'nin yumuşak güç vasıtalarından sinema sektörü oldukça zayıftır. Bir yılda çekilen film sayısı oldukça sınırlı olduğu gibi, tam manasıyla tarihinin zaferlerini yansıtan bir film bile tasarlayamamıştır. Bilimkurgu filmleri kategorisinde çalışmaları neredeyse bulunmamakla birlikte askeri konulu filmler yalnızca kısmi bir terör grubuna karşı verilen mücadeleleri konu edinirken, bölgesini hatta dünyayı kurtarabilen silahlı kuvvetler teması bugüne kadar hiç işlenememiştir. Sinema sektörünün ülke reklamı, olağan üstü maddi getiri gibi kazançlarının yanında düzen şifrelerini empoze, belirlenen hedefler doğrultusunda hedef kitleleri hazırlama, sosyal mühendislik ve kültürel telkin gibi kazançlarıda bulunmaktadır.


Yeni teknolojileri karşılayan bir Türkiye yerine evrensel birikime katkıda bulunan ve bu durumu sinema sektörüne işleyerek kamu diplomasisi faaliyetleri yürütecek Türkiye, Stratejik Güçlü Türkiye'nin önkoşullarındandır. Yalnızca sinema sektörünün propaganda malzemesi olarak kullanılması birşey ifade etmez. Bu durum kitlelerde bir hayranlık vesilesi olamaz. Türk dizilerinden bazıları latin ve arap coğrafyasına pazarlanmıştı ve iyi izlenme oranlarıda elde edebilmişti. Ancak bu kitlelerin hiçbirisinde örnek alınan Türkiye ve Türk Ordusu imajı pekişemedi. İzleyicilerin hayranlığı yalnızca aktör veya aktris seviyesinde kaldı.


Kaliteli filmlerin büyük devlet imajı verebilmesi yalnızca filmlerin içerikleriyle sınırlıda değildir. Bunun için o ülkenin ekonomik, askeri, bilimsel ilerlemesininde geçerli seviyede bulunması gerekir. Yeni Dünya Düzeni'nin Türkiye tarafından ne şekilde karşılanacağı ve bunun yansıtılma biçimi önemlidir. Yalnızca coğrafyada değil bütün dünyada bir değişim yaşanacak, robot teknolojileri, yapay zeka hatta uzay sırları İpek Yolu ve Ulusallaşma sürecindeki Abd arasında rekabete yol açacak ve daha ziyade Abd kurgulu sinema filmleri kamuoyu ile paylaşılacaktır. Türkiye'nin Silikon Vadisi benzeri bir yapılanmayı hayata geçirmesi tarihinin getirdiği birikimle bunu bir diplomasi aracı olarak işlemesi gerekmektedir. Ancak bunlar bir anlamda da zihniyet meselesidir. Türkiye'de dünyayı kurtaran ordu senaryosu filmlere işlense bile bunu ordunun askeri kesimine mi yoksa sivil kesime mi mâl edileceği neticenin yerli kamuoyunda tartışmalara sebebiyet vereceği br gerçektir. Pentagon konulu filmlerde filmin hakimi yani adeta patronu bir general mi yoksa kravatlı bir yetkili mi çoğu zaman belirsizdir, hiyerarşi kavramına vurgu yapılmadığından savunma sistemi bütüncül olarak ele alınmakta ve neticede Amerikan Bayrağı, Senatosu ve Başkent'e vurgu yapan ortak değerli bir bitişle noktalanmaktadır. 15 Temmuz'dan sonra asker sivil ilişkilerinin oldukça yara aldığı bir atmosferde bu ilişkilerin sorunsuz biçimde filmlere yansıtılması bile ayrı bir beceri dalı olacaktır.


Bu çalışmanın konusu yalnızca sosyal mühendislik amacına hizmet eden üç filmi incelemek değil aynı zamanda Yeni Dünya Düzeni'ni vurgulamak ve bunun büyük devletlerce ne şekilde kullanılabildiğini izah etmekti. Türkiye'nin bu projelere hazırlıklı olabilmesi yalnızca kurumsal gelişmelerinin değil toplumsal birikimlerininde olumlu minvalde seyredebilmesine bağlı olduğu unutulmamalıdır.

6 Haziran 2017 Salı

TÜRKİYE YÜKSEK STRATEJİSİ BAĞLAMINDA: SUUDİ ARABİSTAN KATAR GERİLİMİ RİSKLER VE FIRSATLAR




Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, Birleşik Arap Emirliklerinin başını çektiği ''Diplomatik Katar Kuşatması''nın Türkiye kamuoyuna yansımaları Katar ve Suud cephesi olarak iki kulvarın açılması biçiminde görüldü. Halk ve iş adamları kendi sahip olduğu gerekçelerle bu yönde bir tavır takınmaları devletin de iki kulvara bölündüğü manasına gelmez stratejik akıl böyle ciddiyetsiz bir yaklaşımı kabul etmez. Suudi Arabistan'ın doğru bir hamlede bulunduğunu savunanlar bu işi bir parça İran meselesine dayandırmaktadır. Çünkü Suudi Arabistan sünni kimliği sayesinde şii bloğa karşı oluşturulan bloğun dengeleyici aktörlerinden biridir ve varlığını sürdürmesi gerekmektedir. İran'ın Ortadoğu'da yayılmacı bir politika izlemekle beraber, Kafkasya üzerinden Orta Asya'ya karşı atılımda bulunması ve ambargoların gevşetilmesiyle çok daha rahat iktisadi güç ve siyasi prestije kavuştuğunu belirtmek güç değil. Gerçekten İran hegemonist bir politika izlemektedir ancak tek başına Ortadoğu'nun hakimi ve yönlendiricisi olabilmesi coğrafyanın sosyal yapısına ve lobilerin stratejilerinede aykırıdır. En iyimser tahminlerle müslüman dünyasının şii nüfusu en fazla yüzde yirmidir. Şiiliğin ise arap, fars gibi etnik kökenlerde tutkal vazifesi görüp göremeyeceği meçhuldür zaten İran'ın şii yayılmacılığı aynı zamanda fars milliyetçiliği ile beraber anlamlıdır ve bu da araplar ile Pakistan'ın hatta Türkiye'nin kabul edemeyeceği bir durum olacaktır. Yani, İran'ın ortadoğuya egemen olabilmesi ve bu egemenliğin önündeki aktör olarak Suudi Arabistan'ın gösterilmesi  doğru değildir. İran, cephesini ve operasyonel kabiliyetini oldukça geliştirsede ortadoğuya tek bir ekolü benimsetemez. Ayrıca Suudi Arabistan'ın kraliyet korumaları Vinell ve Ogara, Hava Kuvvetleri BDM, Harp Akademileri ise Hamilton isimli Abd'li özel askeri şirketlerin kontrolündedir. Silahlı kuvvetleri ve güvenlik bürokrasisini bütünüyle Amerikan endüstrisinin denetimine sunmuş karşılığında ise kraliyet yapısının korunacağını ummuştur.


Katar, ortadoğunun atılım yapan, kişi başına düşen milli gelir oranıyla dünyada zirvede yer alan küçük ama kayda değer ülkesidir. Türkiye ile Katar'ın münasebetleri son yıllarda oldukça gelişmiş ve iki ülke içeriğinde bazı soru işaretler olsa da askeri işbirliği anlaşması imzalamıştır. Şu anda Katar'da 600 personel kapasiteli Türk askeri üssü bulunmakla beraber, Türk inşaat firmaları Katar'da faaliyetlerini geliştirmiştir. Katar bu olumlu gelişmelerin yanında İngiltere'nin kontrolünde olan bir ülkedir. Bu durum 2022 Dünya Şampiyonasının, Katar'da düzenlenecek olmasından da rahatlıkla anlaşılabilir. Her ne kadar Fifa yöneticilerinin Katar'lı şirketler ile içli dışlı durumları bulunsada İngiliz menşeili futbol telkinlerle Katar'a verilmiş bunun üzerine gelen eleştirilere Fifa, ''Turnuva gerekirse kışın düzenlenir'' beyanatı verecek kadar kararlığını göstermiştir. Kimler ne maksatla Katar'ın yıldızını parlatmaktaydı? Teorilere göre İngiltere Katar üzerinden yeni bir Ortadoğu hakimiyeti tesisini planlamıştı. Hulasa Suudi Arabistan'da, Katar'da bağımsız birer ülke olsalar da dünyanın en bağımlı ülkelerinin başında geliyorlardı.
Katar krizinin Türkiye'ye yansımaları olacaktır ve bundan kaçınılamaz ancak buna değinmeden evvel Türkiye'nin arap coğrafyasına ilgisini tahlil etmek gerekiyor. Kimilerine göre faydasız bir yöneliş kimilerine göre imparatorluk bakiyesi olmanın gereği Arap-Körfez açılımları kanaatimizce çok boyutlu olarak incelenmelidir. Türkiye her ülkeyle ticari siyasi ve hatta askeri münasebetler kurar ve kurmalıdır. Zaten coğrafyasıda bunu gerektirmektedir. Müslüman, Hristıyan, Musevi, Arap, Fars, Sünni, Şii gruplarının merkezinde yer alan bir ülkenin çıkarları doğrultusunda her biri ile ayrı stratejik bağlamlar dahilinde ilişki tesis etmesi kaçınılmazdır. Coğrafya stratejiyi belirler, strateji ise jeopolitik, jeoekonomi ve enerji politikalarıyla beraber anlamlıdır.  Bu sebeple Türkiye'nin yanlış tarihi kurgular ile körfez arap coğrafyasına sırt çevirmesini beklemek stratejik bir intihardır. Fakat bir yanlışta yalnızca bu hinterlanda endeksli olarak diğer yani batı, kafkasya, orta asya hattına karşı kayıtsız kalmaktır. Yani ilişkiler ve strateji dengeli olmaya mecburdur.

Özellikle emekli general ve amirallerin bir kısmı Türkiye'nin Katar'da askeri üs kurma isteğine olumsuz yaklaşmışlar ve bunu çeşitli görsel yazılı medya organlarında ifade etmişlerdi. Kanaatimizce bu emekli askerlerin bir dönem Türk Ordusunda üst kademelerde görev yapmış olmaları ordu ve Türk güvenlik konsepti bakımından büyük bir kayıptır. Devrinin en iyi eğitimini almış şahsiyetlerinden biri olan Mahmud Şevket Paşa mektuplarında o dönem Kuveyt ve Katar'ın son derece ehemmiyetsiz iki vilayet olduğundan bahsetmişti. O dönemdeki Türk yönetim mekanizması sanayileşme gibi bir kavramı tanıyamadığından petrolün ne demek olduğunun farkında değildi ve bu farkındasızlık Mahmud Paşa gibi iyi yetişmiş devlet adamlarının bile meseleleri çok verimli değerlendirememesine sebep oldu. Ancak şimdi teknoloji gereği dünya küreseldir ve herkes herşeyi takip etmektedir. Özellikle sivil ve askeri bürokraside üst kademeleri işgal eden şahısların artık 'farkındasız' analizler yapmalarına imkan yoktur, yapmış oldukları meselelere ideolojik yaklaşmaktan başka bir durum değildir. Bu da stratejiye aykırı bir durumdur.  Katar, Suudi Arabistan'a komşu olmasının yanında enerji nakil hatları üzerinde bulunmasından ötürü önemli bir konumdadır, dolayısıyla Türkiye'nin askeri üs isteği son derece anlamlıdır. Küçük veya önemsiz görülen her ülkenin dünya coğrafyasında mutlaka önemli bir noktası bulunmaktadır ve her ülke için ayırt etmeksizin bu istek gösterilmelidir.   Bu detaydan sonra bu krizin Türkiye'ye yansımalarını tahlil edebiliriz.

Uluslararası İlişkilerde özellikle basın ve sosyal medyanın gelişmesiyle bir domino etkisi ve algısal yönlendirme olduğu değişmez bir ilkedir. Bundan yola çıkarak Katar'ın misyonu incelendiğinde Suriye iç savaşına müdahil olduğu ve eğit donat programında yer aldığı görülür. Eğit donat programında Türkiye ve Suudi Arabistan'da yer almıştır ancak Katar'ın farklı bir rolü bulunmaktadır. İngiltere Sundhurst Askeri Kraliyet Akademisi'nin kurdurduğu Katar merkezli El Cezire adlı televizyon kanalı, Suriye iç savaşı ile ilgili çoğu kez manüplatif haberlere imza atmış ve adeta yumuşak güç unsuru olarak görev yapmıştır. Suriye iç savaşı ile ilgili faturanın zamanı geldiğinde bir takım odaklara rücu edileceği açıktır ve buna göre bu odaklardan biri Katar olacaktır. Türkiye geçmişte İran ambargosunu delerek ticari ilişkiler kurmanın cezası olarak 17/25 Aralık 2013 operasyonlarına maruz kalmıştı. Buradan yola çıkarak bugüne bağlantı kurmak yanlış olmaz, geçmişte bir ülke ile ilişkilerinden kuşatmaya maruz kalan Türkiye, Katar ile ilişkileri sebebiyle de Suriye iç savaşı gerekçesiyle kuşatmaya tabi tutulabilir. Zaten bunun altyapısı özellikle 2014'den itibaren hazırlanmış ve Milli İstihbarat Teşkilatı bölgedeki radikal unsurlarla ilintili lanse edilerek adeta bir terör örgütü yöneticisi ilan edilmiş, Mit, Hükümetin bazı önde gelenleri ve güvenlik bürokrasisinin önemli kişilerine savaş açılmıştı. (Orgeneral Yaşar Güler, bunlardan biridir. Güler, 15 Temmuz askeri kalkışmasında gözaltına alınarak domuz bağı yapılan tek kişiydi)
Türkiye'yi ilgilendiren ikinci mesele ticaridir. Türk işadamlarının Katar'da yatırım ve iş saha hacimlerinin arttığı dönemde bir krizin patlak vermesi son derece olumsuzdur.  Katar meselesinin Türkiye ve bölgeyi ilgilendiren çok önemli bir boyutu daha vardır.  Körfez ve özellikle İran petrolünün dünyaya yayılması Hürmüz Boğazından yapılmaktadır. Boğaz ile ilgili binlerce makale ve senaryo oluşturulmuştur. Buna göre İran'ın kuşatılması için enerji trafiğinin kesilmesi, boğazın etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. Bu projeye göre Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail üzerinden Akdeniz projesiyle petrolün batıya servis edilmesi tasarlanmıştır. Ürdün, Şii Hilali kavramını gündeme ilk getiren ülkeyken, İsrail'in tasavvurundaki Büyük İsrail asla karacı bir devlet değil, Akdeniz'de kıyıları bulunan deniz kavramınada vurgu yapan coğrafi bir temele sahiptir. Bu sebeple Kıbrıs konusu yeniden gündeme gelebilir ve Türkiye'nin Kıbrıs'tan taviz vermesi kara sınırlarına hapis edilmiş bölgesel, coğrafi ve küresel hiçbir emeli olamayan Türkiye kompozisyonu oluşturmaktır.
2006 yılında Abd'li Yarbay Ralp Peters'in çalışması, Türkiye'de kürdistan kurulmasının yanında, Özgür Belucistan, Büyük Ürdün, Şii Arap Devleti ve Mekke Medine'nin yer aldığı, Kutsal İslam Devleti gibi yeni ülkelere yer vermişti. Çalışmadan kısa bir süre sonra Condenizze Rice, İsrail'de katıldığı bir toplantıda ortadoğuya yeni bir şekil verme konusunda kararlı olduklarını belirtti ve takip eden yıllarda, stratejistler, analistler, enstitüler bu konuda pekçok çalışmaya imza attılar.  Şu anda bir arap acaem, şii sünni, savaşı beklenirken, sünni sünni, arap arap savaşına doğru gidilmesi bu çalışmaların uygulamaya koyulduklarını göstermektedir.


Barack Obama'nın, İran'ı sisteme entegre ederek dönüştürme içeriden bölme ve buna karşılık ortadoğuda sünniciliği yükseltme stratejisine karşı, Donald Trump, Suudi Arabistan üzerinden bir planı uygulamaya koydu. Zaten Katar meselesinin, Abd başkanının coğrafyaya ziyaretinden kısa bir süre sonraya rastlaması da bunu ispatlamaktadır. Bugün Katar'ı sistemden izole etmeye çalışan körfez arap ülkeleri, yakında bu akıbetle kendileri karşılaşacaklardır. Mısır'ın da arap dünyasının lideri konumundaki ülke olarak kuşatmaya katılması ilerideki değişim içerisinde kendisinin de bulunacağını göstermektedir. Mısır lideri Abdulfettah Sisi, bir süre önce İslam'ın yeniden yorumlanması gerektiğini belirtmiş ve bugün protestan lobinin yürüttüğü semavi dinlerin eritilmesi projesiyle paralel duruşta olduğunu göstermişti. Yeni Dünya Düzeni'nde Mısır'ın parçalanması tasarlandığı gibi Büyük Piramit'e gömüldüğü deklare edilecek kayıtların, yeniden bulunduğu gündeme getirilerek, yeni bir teolojik duruş ortaya koyulmak istenmektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin de Katar projesinde yer alması bu projenin bölge dışı bağlantıları olduğunu göstermektedir. Abd'li özel askeri şirket olan Blackwater'ın yıllarca karargahı olan ülke aynı zamanda Yemen'de, Suudi Arabistan muhalifi şiileri silahlandıran sünni ülke olarak ne denli uluslararası sistemin yardımcısı olduğunu izah etmektedir. Ayrıca Abd merkezli Zimperium adlı siber güvenlik şirketinin bazı çalışanları Birleşik Arap Emirlikleri merkezli bir şirketin kendilerinden siber saldırı timi oluşturulmasını istendiğini açıklamış, New York Times da BAE'nin hazır gözetim cihazı alımları yaptığını yazmıştı. Katar Haber Ajansı'nın İran ile alakalı ılımlı haberi ve sonrasında siber saldırıya uğradığını haberin insiyatif dışı yapıldığını  açıklaması, bu meselede de BAE parmağı olduğunu işaret edebilecek anlamlı bir teori olacaktır.


Bölgede haritaların değişmesi kaçınılmazdır. Bu mesele Türkiye tarafından, mezhep ve etnisite üstü vekalet savaşları olarak değerlendirilmelidir. Türkiye Başbakan Yardımcısı, bir müddet evvel İran'dan üç milyon mültecinin gelebileceğini öngörmüştü. Afganistan'da ki Abd askeri varlığı bugün 150.000'in üzerine çıkmışken, Afganistan İran ve Türkiye denklemi de Katar Suudi Arabistan meselesinden bağımsız düşünülemez. Türk dış politikası taraftargirlikten öte çıkar endeksli olmalıdır. Mekke merkezli hilafet projesi unutulmamalıdır. Ayrıca Suudi Arabistan ve İran'ın bölünme sürecine girdikleride görülmeli ve bu yönde sağlıklı tahliller geliştirilmelidir. Türkiye asla enerji denkleminin dışında kalmamaya özen göstermelidir.  İngiltere Katar Rusya, petrol ortaklığı istikrarsızlık gelişmelerinin Rusya'yı da hedef alabileceğini gösterir.  Avrasya projesini sürdüren Türkiye, batı balkanlar ve afrika ile de çok daha güçlü ilişkiler geliştirmelidir.  Ayrıca mümkün olduğu kadar kısa süre içerisinde hristiyanlık içerisindeki mezhep ve cemaat farklılıklarını ortaya koyarak, bunlafr üzerinden bir strateji geliştirmeli ve coğrafyasında oyun karşılayandan öte, başka coğrafyalarda oyun kurabilecek potansiyele erişmelidir. Dış politika karşılıklık esasına dayanır ve lobilere aynı karşılıkla yanıt verilmelidir. Aksi durumda, Suudi Arabistan Katar meselesinde taraftargirlikte, mezhep ve etnisite savaşını körükleyecek girişimlerde Türkiye kaybeden tarafta olacaktır.
Ayrıca Sünni Ordusu veya İslam Ordusu olarak adlandırılan Nato'ya entegre proje ile ilişkilerini durdurmalıdır. Uzmanları tarafından ortaya koyulacak, enerji, güvenlik, ekonomik stratejiler Türkiye'nin ''Yüksek Stratejisi'' ile eşgüdümlü ve kararlı oranda uygulamaya koyulmalıdır.

5 Haziran 2017 Pazartesi

IDEF 2017/ ULUSLARARASI SAVUNMA FUARI İZLENİMLER VE SAVUNMA SANAYİNİN GELECEĞİ





IDEF 2017 / Internatıonal Defence Industry Fair/ Uluslararası Savunma Fuarı, 2015'in ardından 13. kez İstanbul'da düzenlendi. İki yılda bir gerçekleştirilen fuarın ilk günü resmi devlet protokolüne açıktı ve kalan birkaç günde de davetliler ziyaret edebildi. Savunma fuarı kural olarak, askeri öğrenci, polis okulu öğrencileri, emekli veya muvazzaf asker, polis, istihbaratçı, savunma sanayi şirketleri çalışanları ile özel davetlilerin ziyaretine açıktır. Bu sebeple özel uzmanlık veya ilgi isteyen bir etkinliktir. Fuar süresince farklı ülkelerden askeri ve güvenlik bürokrasisi yöneticileri de fuarı ziyaret etmektedirler. Fuar adı ile aynı doğrultuda içeriğe sahiptir. Silahlar, uzun namlulu silahlar, zırhlı araçlar, tank, çeşitli yazılım ürünleri, roketler, üniformalar, denizaltılar gibi pek çok kategoride ziyaretçilerin ilgisine sunulmuş, teçhizatları içermektedir. Bu tip etkinlikler ülkenin yerli üretimi teçhizatların yanında güvenlik bürokrasisinin kullandığı veya kullanacağı araç gereç, silahları içerdiğinden hem güvenlik sektöründeki gelişmeleri takip imkanı sağlamakta hem de milli moral düzeyini üst seviyede tutmaktadır. 1965'den itibaren daha bağımsız bir savunma politikası izlemek istediğini gösteren Türkiye'nin ilk ciddi adımı Kıbrıs Harekatı sonrasında yerli milli sanayiye öncelik vermesiyle atılmıştır. O dönemdeki silah ambargosu, müttefiklik kavramının yalnızca tanımdan ibaret olduğunu ve uluslararası arenada geçerli olan tek kavramın güçlü ülkelerin çıkarları ve bu çıkarların savunulması olduğunu ispatlayan çarpıcı bir örnekti. Türkiye o yıllardan itibaren ulusal savunma istikametinde ilerledi ve özellikle son on yılda oldukça başarılı gelişmelere imza attı. Bütün bu olumlu gelişmelerin yanında tabiki eksik olan hususlarda varlığını sürdürmekte ve biran evvel giderilmeyi beklemektedir. Savunma fuarının esasen vurguladığı bilgi çağında bilgi temelli harplerin var olduğu ve bunun başınıda elektronik harbin çektiğidir. Elektonik harp yalnızca odak ülkelerin askeri,ulusal savunmasal envanterini tespit değil aynı zamanda hedef ülkelerin mevcut savunma ve takip sistemlerinide çökertmek üzere kurgulanmıştır. 1906'da İngiltere'nin Almanya gemi ve uçaklarına uygulamasıyla literatüre kazandırılan elektronik harp, ikinci dünya savaşı, körfez savaşı, Bosna Kosova olayları ve nihayet günümüzde Suriye olaylarında kullanılan ciddi bir stratejidir. Öyle ki Rusya'nın bugün Suriye'de bulundurduğu 30'dan fazla uçağı tam manasıyla bir elektronik harbin ürünüdür. Bu kadar uçak hiçbir radarın ve güvenlik sisteminin algılaması olmadan Suriye'ye intikal ettirilebilmiştir. Elektronik harp, siber harp, teknoloji ve bilim harbiylede ilintili ve ilişkilidir. Yani aslında hepsinin topyekün olarak bütünü 21. yüzyıl savaşlarının önemli kısmını oluşturmaktadır. Türkiye siber harp konusunda da adımlar atmış ve 2013 yılında Siber İstihbarat Komutanlığını var etmiştir. Ancak daha önce 2010 yılında Nato, siber istihbarat ve harbi önemli telakki edip gündemine almıştır. Yani Türkiye'nin önemli güvenlik adımı uluslararası güvenlik paktını izlemekten ibaret olmuştur. Türkiye'nin artık yeni ve değişen tehditlere göre hiçbir yere bağlı kalmadan veya takipçisi olmadan kendi konsepti uyarınca kendi birimlerini ve bunlara uygun gereçlerinide tesis etmesini bilmesi gerekmektedir. Milli piyade tüfeği ve milli helikopter gibi uygulamalar son derece olumludur ancak geleceğin savaşlarında bu gereçlere çok az ihtiyaç olacaktır. Çünkü yazılım, süper askerler, hayalet dronelar, nanoteknoloji, biyolojik veya kişiye özel silahlar, zihin kontrol uygulamaları, lazer silahlar, uydu sistemleri geleceğin savunma sistemini şekillendirecektir. Bunlar dışında üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye'de bir uçak gemisinin bile bulunmayışı kara sınırlarına hapsolması manasını taşımaktadır. Yalnızca karacı bir ordu, gelişemeyen savunmanın yanında militarize bir ordu zihniyetini yaratır. Oysa güçlü bir kara kuvvetlerinin yanında desteklenecek, hava, deniz, uzay ve siber komutanlıklar büyüme isteğinin somut göstergeleri olacaktır. Bir de şu unutulmamalıdır. Bugün dünya üzerinde hayatı kolaylaştıran ve insanların hizmetine sunulan ne kadar teknolojik araç gereç varsa, bu gereçlerin ilk doğum yerleri ordulardır, orduların savunma sistemleri için hazırlanmış ve daha sonra yalnızca askeri misyonla sınırlı olmanın ötesine geçerek daha da geliştirilmiş ve teknoloji havuzunun içerisinde yer almıştır. Cep telefonları, bilgisayarlar, hatta mikrodalga fırınlar gibi cihazlar iyi birer örnektir. Bu sebeple, çağı ve çağın ilerisini takip edebilen, çok yönlü bir savunma sistemi, çok yönlü ve milli bir teknoloji içinde lüzumludur.


Türkiye'nin savunma fuarları bugüne değin sürdüğü gibi bundan sonrada devam edecek ve milli yerli üretimli silah ve teçhizatların sayılarıda artacaktır. İyi ve kararlı bir süreç tutulmuş olmakla beraber bu alanda pekçok eksiğin bulunduğu savunmanın ekonomi ve iyi yetiştirilmiş beyinlerle yükselebileceği ve bunun bir yönününde eğitime dayandığı unutulmamalıdır. Zaten bu durum izah edilircesine Türkiye'de adlarında 'Milli' ibaresi bulunan iki bakanlıktan birisi savunma iken, diğeride eğitimdir.


Fuardan bazı kareler aşağıdaki gibidir;