Soğuk Savaş'ın başlamasıyla
Sovyetler Birliği yayılmacılığına karşı kurulduğu düşünülen
fakat bu birliğin dağılmasından sonra Nato'nun genişleyerek etki
havzasını arttırma gayreti içinde olduğunu görenler Nato'nun
varlık sebebini yeniden sorgulama gayreti içerisine girdiler.
Nato'ya karşı olanların ürettikleri
yeni dönem teoriler Soğuk Savaş'ın bitmesine rağmen Nato'nun
varlığını devam ettirmesiydi. Bu durumda Nato'nun Sovyetler
Birliği'ni çevreleme ya da dengeleme misyonunun çok ötesinde bir
takım görevleri üstlendiği açıklamaktadır. Nato 1991 Roma
zirvesiyle güvenliğe çok yönlü bir bakış açısı getirmiş ve
eşitsizlik, terör gibi kavramların sınırlara konvansiyonel
saldılardan bile tehlikeli olabileceği argümanını işlemiştir.
O halde Nato sıradan tek yönlü bir askeri pakt olmanın ötesinde
aynı tarihten beslenen ve çok yönlü güvenlik mekanziması
tanımlayan ve tavsiye eden askeri misyonunun yanında siyasi,
ekonomik ve kültürel yönleride olan bir birlik haline gelecekti.
Daha sonraki yıllarda, enerji güvenliği, kadın ve çocuk hakları
gibi kavramlara sonuç bildirisinde yer vermeside bu durumun aleni
ispatıdır.
Yalnız burada Nato karşıtlarının
savundukları Nato'nun dönüşümü ve yerinde tehdit algılamasından
ziyade yeni dönemde yani tek kutuplu dünyada Abd egemenliği ve
hegemonyasınının tesis edilmesinde ana sorumluluğu üstlenecek
Uluslar arası bir polis gücünün temellendiği ve Türkiye'nin
artık hiçbir şekilde bu birlikte yer almaması gerektiği yönünde
olmuştur. Nato'nun 1990'lı yılların başından itibaren
düzenlediği zirveler ve alınan kararlar incelendiğinde resmi
üyesi olmayan ülkelerle de yakın ilişkiler geliştirdiği
Rusya'nın hinterlandında hatta Ortadoğu'da bu işbirliklerini
tesis ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.
1994 Brüksel zirvesiyle Barış İçin
Ortaklık projesini geliştiren Nato'nun BİO projesinin 8. maddesine
göre BİO kapsamındaki üyelerin güvenliklerine yönelik tehditler
halinde Nato'ya danışabilecekleri (Bağbaşlıoğlu, 2011) yönünde
ifadeye yer vermesi uluslar arası güvenlik belirleyiciliğini
Abd'nin üstleneceğini açık etmiştir. BİO kapsamında
Azerbaycan, Beyaz Rusya, Bosna Hersek, Ermenistan, Kazakistan,
Kırgızistan, Gürcistan, Finlandiya, İrlanda, İsveç, İsviçre,
Karadağ, Makedonya, Malta, Moldova, Sırbistan, Tacikistan,
Türkmenistan, Ukrayna, Özbekistan hatta Rusya bulunduğuna göre
Abd'nin Sovyetler Birliği mirasını yürütmek isteyecek bir
Rusya'ya ya da panslavist Neo Çarlığa Müsaade etmeyeceği veya bu
durumu tehdit olarak nitelendirebileceği analiz edilebilmektedir.
Ancak bu vizyon yalnızca Rusya karşıtlığından ibaret
değerlendirilemez, bahsedildiği gibi yeni güvenlik yapılanmasını
elinde bulundurmak isteyen Abd'nin bu yöndeki çabasıdır. Abd'nin
1996 ve 1998 Milli Güvenlik Stratejisiyle ise ayrıca uyumludur.
Çünkü bu stratejilerinde Abd egemen güç olma isteğini açıklamış
ve tek taraflı güç kullanma ilkesini benimsemişti. Tek taraflı
güç kullanma isteği ise Neo Con lobinin ''Demokratik Barış
Tezi'' kavramıyla uyumlu Irak işgali ve Ortadoğu
operasyonlarına ön koşul olabilecek bir kavram olarak
belirmektedir.
Nato'nun Ortadoğu'ya yönelik
geliştirdiği iki proje ise Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği
Girişimi olmuştur. 1995'de açıklanan Akdeniz Diyaloğu, Fas,
Moritanya, Tunus, Mısır, İsrail, Ürdün, Cezayir'i kapsamaktadır.
Ayrıca 1997'den itibaren bu ülkelerde irtibat ofisleri açılmıştır.
2004 yılında düzenlenen Nato İstanbul zirvesinde ise İstanbul
İşbirliği Girişimi açıklanmış ve bu kapsamda Bahreyn,
Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt yer almıştır. Akdeniz
Diyaloğu ile İstanbul İşbirliği Girişimi'nin Büyük Ortadoğu
Projesi kapsamındaki ülkeleri Nato ile entegre stratejisinin
parçalarıdır. Henüz bu ülkeler Nato'ya resmi üye olmamakla
birlikte barış gücü ve Nato ile ortak tatbikat gibi unsurlara
değinilmesi Nato'nun Rusya yayılmacılığı ile sınırlı bir
konsept belirlemediğinin Afrika kıtasında bile faaliyet
göstermesi, herhangi bir coğrafik dilimde güç boşluğunun başka
ülkeler tarafından değerlendirilmek istenebileceği girişimine
karşı aynı zamanda önleyici tedbiri içermektedir.
Türkiye'nin Yeni
Arayışları
Rusya’nın
St. Petersburg şehrinde 2013 yılında düzenlenen Üst Düzey
İşbirliği Konseyi (ÜDİK) toplantısı sonrası Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan, açıklamada
bulunmuşlar Erdoğan ''Şanghay Beşlisine alın Ab'yi unutalım''
diyerek rota değişikliği imasında bulunmuştu.
Erdoğan,
Avrasya ülkeleri ile serbest ticaret anlaşması yapmaya da hazır
olduklarını kaydederek, “ŞİÖ’ye üyelik talebimizi daha önce
de sayın Putin’e ifade etmiştim. Bunu önemsiyoruz…” dedi.
Bu diyalogdan kısa süre önce ise Türkiye, Şanghay'ın gözlemci
üyesi olmuştu.
Şanghay,
istikbal vaad eden ülkelerin oluşturduğu genç bir birliktir. 1996
yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan
tarafından komşu devletler arasında ortaya çıkması muhtemel
sınır sorunlarını ve daha ziyade içeriye dönük güvenlik
kaygılarını asgari düzeye indirgeyebilmek için hayata
geçirilmiştir. Kısa sürede üye sayısı ve faaliyetlerini
arttırmış; Özbekistan'ın üyeliği akabinde Pakistan, Hindistan,
Moğolistan, İran ve Afganistan gözlemci statüsü ile birlikte yer
almıştır. Singapur ve Beyaz Rusya'nın da örgütün ilk dialog
ortakları olarak kabul edilmelerinden sonra 2001'den itibaren
Dışişleri, Savunma, Ulaştırma Bakanlıkları arasında düzenli
toplantı mekanizmalarının kurulduğu bir yapı haline gelerek
verimliliğini arttırmıştır. Ağırlıklı olarak bölgesel iç
güvenlik kaygıları neticesinde hayata geçen birliğin seyri
uluslararası alanda yükselen etkinliği ile çok boyutlu minvale
evrilmiştir. Birleşmiş Milletler'de 2004 yılında gözlemci
statüsü elde edilmiş, 2010 yılında BM işbirliği antlaşması
imzalanmış; ASEAN ve Kollektif Güvenlik Anlaşması örgütü ile
karşılıklı mutabakat anlaşmaları imzalanmıştır. Öte yandan
diplomasi, ekonomi ve kültür alanında işbirliğinide hedefleyen
Şanghay'ın bu misyonu Abd'nin Asya ve Uzak Doğu çıkarlarını
sınırlamaya başlamış ve Yeni Bir Varşova Paktı doğdu
teorileri oluşturulmuştur. Bu teori tartışıladursun 2005
zirvesiyle Abd'nin Orta Asya'dan çekilme talebinin gündeme
getirilmesi, 2007 Bişkek zirvesiyle tek kutuplu dünyanın kabul
edilemeyeceğinin ilan edilmesi bu yapının gerçektende gittikçe
Anti Abd, Anti Nato mizacına büründüğünüde göstermektedir.
Burada
ek bir bilgi vermek yerinde olacaktır. 2002 yılında bölge
üyelerinden Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Rusya, Belarus ve
Ermenistan'ın oluşturduğu Kollketif Güvenlik Örgütü'nden
bahsetmemiz gerekiyor. KGÖ'nün Şanghay ile oluşturduğu
karşılıklı etkileşim dikkat çekicidir. KGÖ ayrıca Nato
benzeri bir Acil Müdahale Gücünü oluşturarak Orta Asya'nın asli
Nato'su hüviyetine belkide Şanghay'dan daha yakındır. Çünkü
KGÖ daha ziyade çok yönlü güvenlik örgütüne doğru gelişim
göstermiştir. Şanghay güvenlik gerekçeleriyle hayatada geçirilse
hiçbir belgesinde askeri bir yapı olarak tanımlanmaz. KGÖ'ye üye
ülkeler Rus silahlarını iç pazar fiyatından satın alabilmekte
fakat başka ülkelere ihraç edememektedirler. Bu durum örneğin
geçmiş yıllarda Türkiye'ye verilen Nato silahlarının Nato onayı
olmadan herhangi bir tasavvurda bulunamaması durumuna çok
benzemektedir. Bu gerekçeyle Türkiye silah sanayi bir anlamda nasıl
Nato'ya entegre olduysa, KGÖ'nün bu sistemide üye devletlerin
silahlı kuvvetleri üzerinde Rus Genelkurmayı'nın denetimini
doğurmaktadır. Ezcümle gelişen KGÖ ve Şanghay bazı hususlarda
ortak güvenlik kaygıları taşıyan eşgüdüm içerisinde çalışan
yapılardır. Her ne kadar Şanghay'ın gerçekleştirdiği 10.000
askerlik tatbikatların varlığı gerçekte olsa bunlar ağırlıklı
olarak anti terör operasyonları olarak izah edilmekte ve KGÖ,
Nato'ya daha benzer olarak tanımlanmaktadır.
Türkiye'nin
Rusya ile yakınlaşması 24 Kasım 2015 yılında bir Rus uçağının
düşürülmesiyle durmuş Türkiye politik manevra sahasını
oldukça daraltmıştır. Fakat daha sonra ikili ilişkiler yeniden
başlayacaktır. Türkiye nezdinde Abd müttefikliğinin ve Nato'nun
sorgulanmasının en somut iki gerekçesi mevcuttur bunlardan
birincisi 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmasının Abd ve Nato
tarafından desteklendiği inancı ikincisi ise Türkiye'nin Milli
Güvenlik Kurulu nezdince terör örgütü kabul ettiği Suriye
Pyd'sinin Amerika tarafından silahlandırılma adımlarıdır.
15
Temmuz 2016
ABD
Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel 15
Temmuz'daki darbe girişiminin başarısız olmasının ardından
ikili ilişkiler adına 'endişeli' olduklarını belirterek, ABD'nin
bölgedeki operasyonlarının zayıflayacağını söyledi.
Colorado eyaletinde gerçekleşen bir programda konuşan Votel, darbe girişimi sonrası tutuklanan cuntacıların, "ABD ordusunun yakın müttefikleri" olduğunu ifade etmişti. Abd ordu yapılanması içerisinde Merkez Komutanlığı Ortadoğu operasyonlarının yürütüldüğü birimdir ve Nato ile yakın ilişkilidir. Bu sebeple Abd'li General'in açıklaması Nato ile paralel görülmüştür. Ayrıca çağırıldığı halde Türkiye'ye dönmeyen ve bulundukları ülkelerden iltica talep eden Nato'da görevli Türk subayların olduğuda açıktı. Anayasal Düzene Karşı Suçları Soruşturma Bürosu Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen koordinesinde Savcı Mustafa Gökçe'nin NATO'cu subaylara ilişkin yürüttüğü soruşturmada önemli detaylara ulaşılmıştı. Birçok ülkede faaliyet yürüten NATO karargahlarında 462 Türk subayın görev yaptığı, bunlardan aralarında generallerin de bulunduğu 237'si hakkında FETÖ'den adli ve idari işlem yapıldığı medyada yer buldu. Bu orana göre Nato'da görevli Türk subaylarından yarısı iltica talebinde bulunmuş yani kalkışmaya destek vermişti. İncirlik üs komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van'ın ise yine Nato'ya sığınmak istemesi tepkileri Nato'ya yöneltmişti. Washington Post gazetesi ise, dönemin Abd Dışişleri Bakanı Kerry’nin, “Türkiye’nin NATO üyeliği tehlikeye girebilir” dediğini yazmıştı. Financial Times gazetesinin haberinde ABD ve Avrupa Birliği’nin, Türkiye’de toplu tasfiyelerin yaşanmasından endişe duyduğu ve Ankara’yı uyardıkları aktarıldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, darbe girişimiyle ilgili olarak, Türkiye hükümetine demokratik değerlere bağlı kalması konusunda uyarıda bulunduğu gündeme gelmişti.
Colorado eyaletinde gerçekleşen bir programda konuşan Votel, darbe girişimi sonrası tutuklanan cuntacıların, "ABD ordusunun yakın müttefikleri" olduğunu ifade etmişti. Abd ordu yapılanması içerisinde Merkez Komutanlığı Ortadoğu operasyonlarının yürütüldüğü birimdir ve Nato ile yakın ilişkilidir. Bu sebeple Abd'li General'in açıklaması Nato ile paralel görülmüştür. Ayrıca çağırıldığı halde Türkiye'ye dönmeyen ve bulundukları ülkelerden iltica talep eden Nato'da görevli Türk subayların olduğuda açıktı. Anayasal Düzene Karşı Suçları Soruşturma Bürosu Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen koordinesinde Savcı Mustafa Gökçe'nin NATO'cu subaylara ilişkin yürüttüğü soruşturmada önemli detaylara ulaşılmıştı. Birçok ülkede faaliyet yürüten NATO karargahlarında 462 Türk subayın görev yaptığı, bunlardan aralarında generallerin de bulunduğu 237'si hakkında FETÖ'den adli ve idari işlem yapıldığı medyada yer buldu. Bu orana göre Nato'da görevli Türk subaylarından yarısı iltica talebinde bulunmuş yani kalkışmaya destek vermişti. İncirlik üs komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van'ın ise yine Nato'ya sığınmak istemesi tepkileri Nato'ya yöneltmişti. Washington Post gazetesi ise, dönemin Abd Dışişleri Bakanı Kerry’nin, “Türkiye’nin NATO üyeliği tehlikeye girebilir” dediğini yazmıştı. Financial Times gazetesinin haberinde ABD ve Avrupa Birliği’nin, Türkiye’de toplu tasfiyelerin yaşanmasından endişe duyduğu ve Ankara’yı uyardıkları aktarıldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, darbe girişimiyle ilgili olarak, Türkiye hükümetine demokratik değerlere bağlı kalması konusunda uyarıda bulunduğu gündeme gelmişti.
Türk
siyasi tarihinde ilk kez Abd karşıtlığı Nato karşıtlığı ile
doğru orantılı bir seyir izleme rotasına girmişti. Irak'ın Abd
tarafından işgali, 4 Temmuz 2003 Türk askerinin başına Abd
askerlerince çuval geçirme hadisesinin yaşandığı dönemde bile
Türkiye'de yükselen Abd karşıtlığına rağmen Nato üyeliği
geniç çapta ve yüksek perdeden sorgulanma gereği duyulmamıştı.
15
Temmuz'dan sonra Türkiye'nin Nato üyeliğinin sorgulanması resmi
raporlarada yansımıştır. Türk Ordusu Fetö/Paralel Devlet
Yapılanması ile ilgili hazırladığı resmi raporda ilk kez Abd ve
Nato'yu hedef gösterdi:
''Pkk'nın
liderinin yakalanarak ülkemize getirilişi ile Fethullah Gülen'in
Abd'ye gidiş tarihleri arasında çok kısa bir zaman dilimi vardır.
Fetö/Pdy'nin lideri yıllardan beri Abd'de yaşamaktadır. Son 15
yılda Abd'ye yüksek lisans ve doktora maksatlı eğitime veya bu
ülkedeki milli veya Nato daimi görevlerine gönderilenlerin sayısı
sürekli artmıştır. Bu personelden darbe girişimine fiilen
iştirak eden Feö/Pdy ile iltisaklı olduğu tespit edilenlerin
oranı dikkat çekecek boyutta yüksektir.''
Nato
karşıtlığı ya da temkinli bakışı ile alakalı bir diğer
gelişmede
3. Kolordu Komutanı Korgeneral Erdal Öztürk'ün tutuklanması
olmuştur. Nato
konsepti meydana gelebilecek ani terör olaylarıyla ilgili 48 saat
içerisinde müdahale stratejisini belirlemiş ve bunu Almanya,
Fransa, İtalya ile Türkiye'nin aralarında bulunduğu altı adet
kolordu komutanlığı üstlenmişti.
Bu
görevi ifa edecek Türkiye kuvveti ise 3.Kolordu Komutanlığı
olduğundan bu komutanlık halk nezdinde Nato komutanlığı olarak
anılmıştır. 3.Kolordu Komutanı'nın tutuklanması devletin Nato
veya Nato ile ilişkili bir kuvvete müsamaha göstermeyeceği
anlaışını ifade etmiştir.
Pyd'nin
Abd Tarafından Silahlandırılması
Abd
Ortadoğu stratejisinin önemli bir ayağını Suriye ile alakalı
uygulamaya koymak istediği planlar oluşturmaktadır. Suriye ve
Lübnan'ın tasfiyeleri, Ortadoğu'da yeni bir iç savaş düzenini
başlatmakla kalmayacak jeopolitik etki alanını kaybetmeye yüz
tutacak İran'ın farklı arayışlara girmesiyle Türkiye ve İran'ı
karşı karşıya getirebilecek programa zemin hazırlayacaktır.
Lübnan Başbakaını Saad Hariri'nin, Riyad'a gerçerek Lübnan
Hizbullah'ını hedef göstermesi, İran'ın Rakka tahliyesine
müdahil olma beyanından sonra Devrim Muhafızlarına saldırı
düzenlenmesi Suriye'de Pyd'nin ordulaştırılma çalışmalarına
ağırlık verilmesini hızlandırıcı bir sürece işaret
etmektedir. Türkiye Milli Güvenlik Kurulu nezdinde Pyd'yi terör
örgütü sınıflandırmasına almış, Abd'nin bu yapıyı
silahlandırmasını resmi makamlarca eleştirdiği gibi Mgk
toplantılarıylada dikkat çekmiştir. Mgk toplantılarında Pyd ile
Nato'nun direkt ilişkisi üzerinde durulmamasına rağmen özellikle
15 Temmuz sürecinden sonra Abd Nato ile denk bir tanımlamaya tabi
tutulduğu için Mgk açıklamaları aynı zamanda Nato eleştirisi
olarak okunabilir. Kasım 2016 tarihli toplantıda şu ifadelere yer
verilmiştir:
''BAZI ÜLKELERİN,
PKK/PYD-YPG VE FETÖ/PDY LEHİNE ÇİFTE STANDART UYGULADIKLARI,
MENSUP VE DESTEKÇİLERİNE KOL KANAT GERDİKLERİ, BUNLARI MAKSATLI
OLARAK FARKLI ŞEKİLDE TANIMLADIKLARI VURGULANARAK, BU ÜLKELER
TUTUMLARINI DEĞİŞTİRMEYE DAVET EDİLMİŞTİR. ''
Abd adı açıkça telaffuz edilmemekle
birlikte bu ülkenin kastedildiği açıklamadan oldukça net
anlaşılmaktadır.
Mayıs 2017 Mgk toplantısında ise:
"Türkiye'nin
beklentisi gözardı edilerek Suriye Demokratik Güçleri kisvesi
altında faaliyet gösteren PKK/PYD-YPG terör örgütüne uygulanan
destek politikasının dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayacağı
vurgulanmıştır"
açıklamasına
yer verilerek yine Abd işaret edilmiştir. Hulasa, artık Abd'yi
Nato ile aynı kabul eden bu sistemin ise Türkiye'ye yönelik yıkıcı
ve zedeleyici faaliyetleri koordine eden bir yapı olduğu resmi
kurum ve belgelerce ifade edilmekteydi.
Norveç
Nato Tatbikatında Skandal
Norveç’te 8-17 Kasım
tarihleri arasında düzenlenen ‘Trident Javelin’ adlı dijital
NATO tatbikatı sırasında, bir teknisyen Atatürk büstünü
‘Düşman Liderler Biyografisi’ne ekledi. Türkiye asıllı
Norveçli bir ordu çalışanı da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan
adına açılan bir hesaptan “Büyük mutlulukla duyurmak isterim
ki SAA 20 NG füzelerinin teslimi konusunda Türkiye Cumhuriyeti ile
FOS (tatbikatta varsayılan düşman ülke) arasında anlaşmaya
varıldı. Teşekkürler başkan Blixen (düşman ülke lideri, Putin
olarak yorumlanıyor)” mesajını attı. Bu olayın TSK mensubu bir
binbaşı tarafından fark edilmesi sonrası Türkiye askerlerini
tatbikattan çekti.
Cumhurbaşkanı
bu olayı şu keilde izah ediyordu:
"Bu
tabloda Atatürk'ün resmi ve bir tarafta da şahsımın ismi var.
Hedefte bunlar. Bu haber gelince Genelkurmay Başkanımız ve AB'den
sorumlu Bakanımız, onlar da Kanada yolundaydı, bizi aradılar.
'Böyle böyle bir durum var. Bu tatbikat da Nato tatbikatı. 40 tane
askerimiz var, biz şimdi bu askerimizi çekme kararı verdik,
çekiyoruz.' dediler. Dedik ki 'Tabii, hiç durmayın hemen. Velev ki
o hedefler kaldırılsa dahi 40 askerimizi süratle oradan çekin.'
Böyle bir ittifak, böyle bir müttefiklik olamaz."
Nato
tatbikatında yaşanan bu skandal ile ilgili en sert tepki Vatan
Partisi'nden gelmiş ve Nato'ya Hayır haftası başlattıklarını
duyurmuşlardı.
Adalet
ve Kalkınma Partisi'ni pek çok konuda eleştiren Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
''Biz güçlü, itibarı
olan bir devletiz. Biz, demokrasiyi, insan haklarını savunan bir
devletiz. Türkiye'ye yönelik eleştiriler olabilir, buna itirazımız
yok ama hiç kimse Türkiye'nin yöneticilerine ve tarihine hakaret
edemez. Bunu şiddetle kınıyoruz"
sözleriyle
olayın devlet meselesi durumunda bulunduğunu ve kabul
edilemeyeceğini belirtmişti.
Milliyetçi
Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise Twitter
adresinden yaptığı açıklamada :
"NATO'nun, maksatlı
ve marazi çürümüşlerin eylemlerini pardonla örtemeyeceği
bellidir, yanlış anladınız, sorumluları işten attık ucuz
yaklaşımlarıyla dibe oturmuş art niyetliliğini tedavi ve telafi
edemeyeceği nettir... Yarım asrı geçen süreden beri ayağımıza
dolaşan, faydasından çok zararını çektiğimiz askeri veya sivil
küresel organizasyonların milli gerçeklere uygun, milletimizin
beklentilerine müzahir şekilde tekrar yorumlanması kaçınılmazdır.
NATO
yokken biz vardık, şayet ve gerekirse biz bu yapının içinde
olmazsak da dünyanın sonu değildir.''
ifadeleriyle
Ak Parti ve Chp'den daha radikal bir öneri getiriyor ve Türkiye'nin
Nato'dan ayrılma ihtimaline karşı olmadıklarını belirtiyordu.
Aslında bu durum Türk siyasi tarihindeki dengelerin ne derece
değiştiriğinin göstergesidir. Yıllar boyunca Mhp, Türkiye'de ki
sol çevrelerce Nato Milliyetçiliği yapmakla itham edilmiş, 27
Mayıs 1960 askeri girişiminin popüler aktörlerinden ve ihtilâl
bildirisini radyodan okuyarak ''Nato'ya Bağlıyız'' ifadesini
duyuran Alparslan Türkeş'in Nato çizgisinin takipçisi olduğu
yönünde teorilere yer vermiştir. Özellikle Aydınlık grubunun
''Kontrgerilla'' kitap serileri Mhp'yi Nato'nun Türk siyasi
sitemindeki aparatı olarak yorumlayan tazleri içermekteydi. Oysa
gelinen noktada Türk Güvenlik Sistemiyle ilgili bir durumda Mhp,
Vatan Partisi, Ak Parti ve Chp en azından açıklamalarıyla aynı
eksende bulunabileceklerini göstermişlerdir. Bu fikir ve beyan
birlikteliği yakın dönem Türk siyasi tarihinde 15 Temmuz 2016
kalkışmasından sonra ve Eylül ayında Türk askerine sınır
ötesi operasyon tezkeresi oylamasında görülmüştür.
Cumhurbaşkanı
Başdanışmanı Yalçın Topçu:
''Bütün
darbelerin ve savunma sanayinde bağımlılığın arkasında NATO
vardır. NATO üyeliğimizi gözden geçirmemizin zamanı gelmiştir.
Üyesine her türlü düşmanca tavır içinde olan bu kurum bizim
için olmazsa olmaz değildir"
diyerek
yıllardır tartışılan Nato- Askeri Darbeler ilişkisini yeniden
gündeme taşımıştı. Esasen Nato karargahında planlanan bir Türk
askeri darbesi bulunmamakla birlikte her darbenin Abd nezdinde
tanındığı bir gerçekti. Bunun temel sebebi, askeri yönetimlerin
Uluslararası alanda meşruiyet kazanmak istemesi sebebiyle Abd ve
Nato ile yakın ilişkilere yakınlaşması, Abd'nin ise yeni
yönetimden yeni tavizler sağlayabilme gayesi bulunmaktadır. Yani
indirgemeci olarak Türk darbelerini yalnızca dış odaklı bir güce
bağlamak ya da tamamiyle içsel potansiyelden kaynaklı bir
girişimin neticesi olarak nitelendirmek gerçekçi değildir.
Darbelerin yüzlerce faktörü bulunmakla birlikte bir sonuç olduğu
unutulmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı
sözcüsü İbrahim Kalın'ın Türkiye Nato'dan ayrılmayı
düşünmüyor beyanı ve gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu
toplantısından sonra Bekir Bozdağ'ın ''Türkiye Nato'ya katkı
yapmayı sürdürecek'' ifadeleri Türkiye'nin kısa vadede Nato'dan
ayrılma stratejisinin olmadığını göstermekteydi.
Türkiye
Nato İlişkilerinin Geleceği
Nato
karşıtlığının ilk kez bu denli yüksek olduğu Türkiye'de Nato
eleştirilmesine, hedef gösterilmesine, karşıt kampanyalara mağruz
kalmasına rağmen Türk güvenlik sisteminde varlığını
sürdürmeye devam edecektir. Türkiye'nin Nato'dan ayrılma
stratejilerini inceleyen emekli Binbaşı Erol Bilbilik iki model
üzerinde durmaktadır:
Fransa Modeli
Nato'dan Çekilme:General De Gaulle, Fransa'yı Nato'nun askeri
kanadından çıkararak Nato'dan çekilmeyi gerçekleştirmiştir.
Nato'nun diğer organlarında faaliyete devam etmiştir.
İsveç Modeli
Nato'dan Çekilme: İsveç Başbakanı Göran Persson, İsveç'i
geleneksel tarafsızlıktan, ttifaksızlığa geçirerek Nato'ya
girişini önlemiştir. Buna karşın İsveç Silahlı Kuvvetleri'nin
Nato güçleri ile ortak tatbikatlara ve BM Başkanlığında
oluşturulacak Barış Gücü Kuvvetleri'ne katılmalarına olanak
tanımıştır.(Bilbilik, 2008:152)
Bilbilik'in
önerdiği modeller incelenmeye değerdir fakat Uluslar arası
güvenlik konseptinin güncelliğine uygun değildir. Öncelikle
Nato'nun askeri kanadından çekilen Fransa 2009 yılında yeniden
Nato'nun askeri kanadına dönmüştür. Bir diğer husus ise
İskandinav ülkesi olması sebebiyle neredeyse ordusu bile
bulunmayan İsveç örneğinin Türkiye jeopolitik gerçekliğiyle
uyumlu olmadığıdır.
Son dönemde
artan Nato karşıtlığını belirli gruplar altında tasnif etmek
mümkündür:
a)Aydınlıkçıların
başını çektiği Nato ile ortak tatbikatlar dahil olmak üzere
bütün ilişkilerin kesilmesi bölge ülkeleriyle ve sonrasında
Rusya ile eşgüdümlü bir güvenlik yapılanmasının takibi
b)Bilbilik
modelini paylaşan ulusalcıların görüşlerine göre Nato'dan
çıkılması fakat gerekirse ortak çaba ve çalışmalarda
bulunulması
c)İktidar
partisini destekleyen muhafazakârların tezlerine göre Nato'dan
çıkılması ve bunun yerine bölge ülkeleriyle ya da İslam
ülkeleriyle yeni bir ittifak modelinin hayata geçirilmesi
d)Siyasi
milliyetçiler ve Türkçüklere göre Nato'dan çıkılması ve
Türkiye'nin Asya merkezli politik bir perspektif oluşturması
e)Nato'nun
hataları olduğunun kabul edilmesiyle birlikte şu anda Nato'dan
ayrılmanın pratik bir fayda sağlamayacağı Türkiye'nin Nato
üyesi olarak fakat dengeli bir dış politika dahilinde stratejiler
belirlemesi görüşünü paylaşanlar
f)Nato'dan çıkılması
bunun yerine Türkiye'nin hiçbir yere bağlı kalmadan kendi
güvenlik pakt mekanizmasını uygulamaya koymasını savunanlarg)Nato'dan çıkılması ve aktif tarafsızlık ilkesi gereği hiçbir pakta dahil olunmaması gerektiğini savunanlar
h)Nato ve Abd ile ilişkilerin eskisi gibi aynı şekilde devam ettirilmesinde ittifak edenler
Nato
hususunda kamuoyu parçalı bir model sergilemekle beraber Türkiye
Nato birlikteliğini sorgulayıcı bir kapsamda değerlendirme
skalasına sahip olmuştur.
Bize
göre ise Nato karşıtlığı ve Türkiye Nato ilişkilerini
sonlandırmanın meclisteki hiçbir parti programında yer almaması
Nato'ya karşı sahip olunan tepkisel davranışların, siyasi ve
pratik uygulamalarının bulunmadığını göstermektedir.
Türkiye
Nato ayrılığı Türk askeri sisteminin talimnamelerinden, ordu
yapılanmasına, tekonolojisinden, teçhizat sistemine kadar 10 yıl
ve ötesini kapsayan bir değişimi kapsayacağı unutulmamalıdır.
Bu durum ise neredeyse yeni bir ordu kurmakla eşdeğerdir ve Türkiye
şu anda bu girişimin altından kalkabilecek mahiyette değildir.
1826'da
yeni bir ordu kuran Türk Devleti, 1827'de donanmasının yakılmasını
izlemiş, 1830 yılında ise Yunanistan'ın bağımsızlığını
askeri açıdan hiçbir şekilde önleyememişti.
Paktlar
üzerinde yükselen bir dünya sisteminde Türkiye'ye Kuzey Kore
şablonu modelleri sunmak asla gerçekleşemeyecek bir durum olduğu
gibi Türk Rus ya da Türk Avrasya yakınlaşmasının Rusya
tarafından ne şekilde okunduğuda izaha muhtaç bir analizdir. Buna
göre Rusya'nın Abd stratejisinden oldukça ayrı kaldığı
düşünülemez zira Suudi Arabistan tasfiyelerinden zonra Brent
Petrolünün varil fiyatının 65 dolara yükseltilmesi, ihracatının
üçte ikisi enerji kaynakları tarafından karşılanan Rusya'ya
yapılmış jestten başka bir şey değildi.
Kurduğu
Savunma Üniversitesi'nin enstitülerini bile faaliyete geçirememiş,
Harp Akademisi-Savunma Üniversitesi dönüşümünü tabela değişimi
ve garnizondaki 'Kravatlı' sayısının arttırılmasından ibaret
yorumlamış Türkiye'nin hiçbir Uluslar arası savunma
stratejisinin bulunmayışı, Türkiye'nin Nato üyeliğinden çok
daha vahim bir tabloyu ortaya koymaktadır.