6 Mart 2017 Pazartesi

JEOPOLİTİK TEORİLER VE TÜRKİYE


Türkiye'nin misyonu ve akıbeti ile alakalı teorileri inceleyen bilimsel makale ve analizler jeopolitik kavramına yoğun atıfta bulunurlar. Bu verilerin ortak özelliklerine göre Türkiye'nin jeopolitik konumu oldukça yüksek öneme haiz bir potansiyeli barındırmaktadır. Yalnız burada çoğu zaman jeopolitik ile tanımlanan coğrafya ile anılan ile karıştırılmaktadır. Coğrafya bir ülkenin savaş, ilhak, işgal hariç yani değişmeyen konumudur. Fakat jeopolitik ülkenin konumunun dünya politik yapısına göre bulunduğu yeri ifade etmektedir. Yani jeopolitik konum değişebilen bir değerdir. Türk siyasi tarihinde Orhun Abidelerinde Ötüken Ormanları savunma stratejisinin bel kemiği olarak tanımlanırken bir anlamda jeopolitik kavramada atıfta bulunulmuştur. Ancak bilimsel disiplinler jeopolitik kavramının  İsveçli Rudolf Kjellen tarafından ilk kez kullanıldığını vurgulamaktadır. Jeopolitik genel olarak ülkelerin özel konumlarından dolayı elde ettikleri askeri, siyasi, ekonomik önemi ifade için kullanılır.  Soğuk savaş döneminde İzlanda önemli bir jeopolitik konumdayken coğrafyası değişmemesine rağmen günümüzdeki jeopolitik konumu yüksek değildir. Nato 1949 yılında kurulduğunda Türkiye'yi bünyesine katmaya istekli değildi. Ne zamanki Abd hava kuvvetleri Sovyetler ile alakalı istihbaratın üçte birinin yalnızca Türkiye'den elde edilebileceğini raporladı bundan sonra Nato'nun da ilgisi değişti. Yani Türkiye'nin jeopolitik konumu önem kazanmıştı.
Klasik dönemden itibaren batı merkezli birtakım teoriler oluşturuldu ve bunlar batılı devletlerin güvenlik ve politik referans noktaları olarak belirdi.  Klasik dönem teorileri Avrasya bölgesinin önemini vurgularken modern teorilerde de bu özellik devam etti. Çünkü enerji kaynakları bu yüzyıldaki mücadelenin ana teması olacaktı ve bu kaynakların çoğunluğu Avrasya'da bulunmaktaydı.



KLASİK JEOPOLİTİK TEORİLER

Halford John Mackinder tarafından ortaya koyulan kara hakimiyeti teorisi genel olarak gücü kara ve deniz olarak sınıflandırır. Ona göre yeni sistemde dünya egemenliğini ancak kara gücü sağlayabilir. Kalpagah yani Heartland doktrini ortaya koyan Mackinder'a göre Doğu Avrupa'ya hakim olan merkez bölgesini kontrol eder merkezi kontrol eden dünya adasını dünya adasın ı kontrol eden ise dünyayı yönetir. Doğu Avrupa ve Sibirya üzerinden Rusya ve Orta Asya'yı kucaklayan Avrasya'nın denetimi önemlidir. Asya ve Afrika'nın geri kalanı ise dünya adasını oluşturmaktadır. 1943'te bu teori güncellenerek Doğu Sibirya ve Sovyetlerin doğu bölgeleri Heartland'dan çıkarılmış merkezden uzak bölgeler iç kenar bölgelere dönüşmüştür. Mackinder kitaplarını İngilizler için yazmasına rağmen kuramlarını en fazla kullananlar Almanlar olmuştur. Özetle kara hakimiyet teorisi kara hakimiyetine öncelik vermektedir çünkü gemiler ne kadar büyük ve donanımlı olsalar da üs ve limanlara ihtiyaç duyacaklarından karaya bağımlı kalacaklardır.

Deniz hakimiyeti teorisi Alfred Thayer Mahan tarafından 1890'da yayımlanan ''Deniz Kuvvetlerinin Tarihe Etkisi'' adlı eseriyle ortaya koyulmuştur. Mahan dönemim koşullarından etkilenmiştir çünkü sanayi devrimi ham madde arayışını arttırdığından malzeme temin ihtiyacı deniz yollarının önemini yükseltmişti. Mahan eserinde bazı tespitlerde de bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi, Abd, İngiltere, Almanya ve Japonya'nın Rusya ve Çin'e karşı birleşeceğidir. Böylelikle Çin kontrol altına alınacak ve Rusya kuşatılabilecektir. Bugün de bunun izdüşümleri görülür. Soğuk Savaş döneminde Rusya kuşatılmış, şimdiki dönemde ise Çin'in kuşatılma stratejisi uygulanmaya koyulmuştur. Mahan'ın eserleri halen deniz harp okullarında okutulmakta ve Abd donanma militarizminin kaynağını oluşturmaktadır.

Nicholas Spykman tarafından oluşturulan kenar kuşak teorisi ise Mackinder'ın teorisine benzemekle beraber bazı farklılıklar taşımaktadır. Spykman'a göre Avrasya'nın asıl güç potansiyeli sadece Kalpagah'ta değil aynı zamanda bunu çevreleyen ülkeler kuşağındadır. Rimland yani kenar kuşak denilen bu hatta: Türkiye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin ve Kore bulunmaktadır. Uluslararası politikayla ilgili bazı öngörülerde bulunan Spykman'a göre;

1) Avrupa Birleşik Devletleri ortaya çıkabilir
2)Bir veya iki devletin hegemonyasında bir Avrupa oluşabilir
3) Güçlerin eşitliğinden müteşekkil bir Avrupa doğabilir
Spykman eserinde her olasılığı değerlendirmektedir. Spykman'ın teorisi 2. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetlere karşı izlenen yaklaşımın ilhamını oluşturur.

2. Dünya savaşı sonrasında tartışılan bir başka teori ise hava hakimiyetidir. Bu teoriden de büyük oranda istifa edilmiştir. Abd Soğuk Savaş döneminde üç radar istasyonu kurmuş ve Alaska Kanada arasında hava üsleri oluşturmuştur.  Hava hakimiyeti Körfez ve Yugoslavya harekatı esnasında etkin kullanılmıştır ve teorinin yıldızı parlamıştır. Ancak Afganistan ve Irak harekatlarında hava operasyonlarıyla istenilenin tam anlamıyla elde edilemeyişi yalnız hava gücüyle başarının çokta mümkün olmadığını göstermiştir.
Teknolojinin gelişmesi askeri bilimleri geliştirdiği gibi buna uygun olarak stratejilerde değişti. Günümüzde tartışılan teorilerin en yenileri arasında uzay hakimiyeti teorisi gösterilebilir. Everett Dolman'ın astropolitik yaklaşımına göre Ay'a hakim olan Uzay'a, Uzay'a hakim olan ise Dünya'ya hakim olur. Uzay hakimiyeti teorisi strateji ve düşünmenin sınırlarının olamayacağınıda göstermiş olmuştur.

MODERN JEOPOLİTİK TEORİLER VE KÜRESELLEŞME

İki kutuplu dünya düzeninin son bulmasından sonra dünyaca ünlü bazı stratejistler ısmarlama olup olmadığı belli olmayan bazı makaleler kaleme aldılar ve yeni politik tariflerde bulundular. Francis Fukuyama'nın Tarihin Sonu mu? tezi bunların başında gelmektedir. Ona göre ideolojik farklılıklar ve belirleyicilikler ortadan kalkmış, artık ekonomiye dayalı bir rekabet oluşmuştur. Gelecekte tüm dünya batı medeniyeti üzerine inşa edilecek yeni düzenin temelinde batılı değerler, liberal demokrasi ve serbest pazar olacaktır. Fukuyama aslında sınırların olmadığı ve batının kurguladığı bir dünya hükümeti önermiştir. Gelinen noktada Asya Kaplanları ve yükselen Asya Değerleri aslında tek bir batılı kültürün ya da batı merkezli dev devletin şu an için mümkün olmadığını göstermiştir.

Samuel Huntington'un Medeniyetler Çatışması tezi ise en çok tartışılan politik konulardandır. Dünyayı; Batı, İslam, Konfüçyüs, Japon, Slav, Latin, Hint, Afrika olmak üzere sekiz medeniyete ayırmış ve küresel siyasetin Batı İslam Konfüçyüs arasında cereyan edeceğini vurgulamıştır. Yani ona göre Rusya'nın zayıflaması ile başka medeniyetler yükselecektir ve bunlar İslam ile Çin medeniyetleridir. Ona göre de ideolojik belirleyicilik sona ermiştir ve mücadelenin kaynağı kültür olacaktır. Bu vesileyle bugün için Batı ile İslam medeniyeti arasında çatışma öngören Huntington aslında tezinde kısmen başarılıdır. Örneğin; Afganistan işgalinden sonra müslüman ülkeler Abd'ye ambargo uygulamamışlardır. Müslüman Libya işgaline bazı müslüman devletlerde destek verdikleri gibi Müslüman İran'a ambargo uygulamasını Abd ile beraber en şiddetli savunan müslüman körfez ülkeleri olmuştur.
Huntington makalesinde İslam dünyasının liderliği içinde karşılaştırmalar yapmakta, İran, Pakistan ve Suudi Arabistan'ı eledikten sonra bu misyona en uygun olarak Türkiye'yi takdim etmektedir. Fakat Türkiye'nin en büyük handikapı ise laik mizacıdır. Laisizmi esnetmiş ve ortadoğu islam kültürüne daha istekli eğilmiş bir Türkiye özellikle ortadoğu islam dünyasının da lideri olacaktır.

Zbigniew Brzezinski, soğuk savaş yeşil kuşak projesinin mucidi olduğu için teorileri üzerinde dikkatle durulması gereken bir isimdir. Büyük Satranç Tahtası tezine göre Avrasya, kültürel üstünlük mücadelesinin oynandığı satranç tahtasıdır. Ülkeleri Jeostratejik Aktör ve Jeopolitik Eksen olarak kategorize etmiştir. Aktörler küresel güçte iken, Jeopolitik Eksene dahil olanlar önemli konumda bulunan fakat küresel güce erişemeyen devletlerdir. Fakat bu kategoride Türkiye ve İran'a dikkat çekmekte bu iki ülkenin potansiyelleri bakımından aynı zamanda Jeostratejik Aktör olabileceğinide vurgulamaktadır.

David Passing ve George Fridman gibi çok önemli isimler, Türkiye'nin yükselen önemine dikkat çekerlerken İsrail ile de yakınlaşacağını savunurlar. Aynı zamanda bu isimler Türkiye'nin Rusya ile çekişme halinde olacağını ve bunun neticesinin Türk Rus savaşına kadar varabileceğini pekçok kez işlemişlerdir.
Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra dünya literatüründe en çok kullanılan kavramlardan biri küreselleşme idi. Zihinsel ve bilimsel algının ilerlemesi ile geçmiş yılların tecrübelerinin neticesi olarak sınırların giderek flulaştığı yeni bir dönemden bahsedilmektedir. Bu olgunun olumlu yanları şu şekilde sıralanabilir;

.Dünyanın bir ucuyla diğer ucu arasındaki fark giderek azalmıştır
.İnsanların bilgiye erişimi hiç olmadığı kadar kolay hale gelmiştir
.Demokrasi, insan hakları, şeffaflık gibi kavramlar gelişme göstermiştir
.Sermaye dolaşımında serbestlik sağlanmıştır
.Güvenlik politikaları yeni paktlar doğurmuştur
.Vasıtalar, internet, teknolojik gereçler zamanın tasarruflu kullanılmasına olanak sağlamıştır

küreselleşmenin olumsuz özellikleri ise genel olarak;

.Mikro milliyetçilik ve uluslararası elitler ulus devletlerin geleceğini belirsiz hale getirmiştir
.Kayıt dışı ekonomide artış yaşanmıştır
.Yeni sömürgecilik anlayışları gelişmiş kapitalizm keskinleşmiştir
.Zengin ile fakir kesim arasındaki fark giderek açılmakta, sosyal devlet mekanizmaları ise sarsılmaktadır
.Açlık, paramiliter savaşlar, virüsler gibi tehditler yayılmıştır
.Bilgiye ulaşımın kolaylığı bilgi putperesti yani yalnızca bilgiyi amaçlayan fakat analiz, muahakeme ve vicdani kanaatlerden yoksun bir popülasyon yaratmıştır
.Tüketimler artmış, yalnızca tüketince memnun olan, huzursuz, amaçsız ve sadist egomanyak bir nesil doğmuştur.

Görüldüğü gibi her olguda olduğu gibi küreselleşmeninde iki yönlü bir mizacı vardır. Bu olgunun Türkiye'yi diğer devletler bağlamında nasıl etkileyeceği önemlidir. Klasik ve Modern jeopolitik teorilerin Türkiye'ye etkileri ve küreselleşme bağlamında bazı önemli büyük devletlerin Türkiye tasavvurları ile Türkiye'nin jeopolitik rotasının tayininden evvel Türkiye'nin bazı avantaj ve dezavantajlarına değinmemiz gerekiyor.
Türkiye dünyanın önemli enerji kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Hazar Havzası, deniz ulaşım yolları kavşağında Akdeniz Havzası, Karadeniz Havzası ve Türk Boğazları, SSCB ve Yugoslavya'nın dağılması sonucu yapısal değişikliklere uğrayan Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'nın merkezinde bulunur. Devlet kurma geleneği bulunan ve zengin bir tarihi kültürel mirastan beslenmekle beraber bugün 80 milyonu aşan nüfusu, Avrupa'nın Rusya'dan sonra en büyük ve ciddi ordusuna sahip olması ile ciddi caydırıcılık özelliğine sahip bir ülke olmasını sağlamıştır. Bunların yanında Türkiye;
.Demokratik, sosyal, laik hukuk devleti yapısı ve piyasa ekonomisini kabul eden bir ülke olarak Batı sistemi ile ortak paydaya sahiptir
.Din, etnisite, imparatorluk geleneği gibi faktörlerle Doğu'nun da ortak değerlerini paylaşmaktadır
.Birleşmiş Milletler, NATO, gibi uluslararası paktlara taraf olmakla beraber işbirliği prensibini paktlar kurulduktan itibaren başvuru yapmak suretiyle göstermiştir.
Bunlar yanında Türkiye'nin ciddi dezavantajlarıda vardır. Pekçok paramiliter terör örgütüyle mücadelesi, her daim siyasi gruplaşmanın yaşanması, cari açık oranı ve işsizlik miktarının artması, orta sınıfların giderek azalması, eğitim sorunları ve istihdam yetersizliği ile genç popülasyonun değerlendirilememesi, öz benlik kavramının doğu batı arasında sıkışması ve melez yapay eğreti bir değerler sisteminin toplumsal kültür haline gelmesi, son askeri kalkışma ile güvenlik bürokrasisinin sarsılması, halen nükleer bir güç olamamasının yanında sürdürülebilir enerji kaynaklarından yeterince istifade edememesi, İmparatorluktan bu yana on yılları kapsayacak ulusal stratejisinin bulunmayışı handikaplar olarak sıralanabilir.

Türkiye bu coğrafi konum, jeopolitik ve jeostratejik faktörleriyle yalnız deniz gücüne önem vermesi uzun kara sınırlarının mevcudiyeti dolayısıyla tehdit yaratacaktır. Şimdiye kadar bir Uzay Ajansı ve Uzay Komutanlığı kurulmamış olmasıda çok ciddi bir eksiktir.
Bunun yanında modern jeopolitik teorilerde göstermiştirki Türkiye, yeni düzenin temel taşı olacaktır. Fakat Huntington'un önerdiği tez İslam Dünyasının liderliği gibi gözüksede derinlemesine incelendiğinde böyle bir kavramın geçerli olmadığı yalnızca Ortadoğu'nun birkaç ülkesine endekslenen bir Türkiye ile Türkiye'nin tarihi misyonu ve potansiyelinin seyreltilmeye çalışıldığı anlaşılacaktır. Brzezinski, Türkiye ve İran'ı birbirine rakip göstermiş, Passing ve Fridman ise ısrarla Türkiye Rusya savaşı tasarlamışlar çok küçükte olsa bunda başarılı olmuşlardır. Rus uçağının düşürülmesi hadisesinde iki ülke savaşmamıştır ancak siyasi ve ekonomik ambargolar Türkiye'yi zora sokmuştur.
Bunun yanında önemli ülkelerle ikili ilişkilerde ikircikli bir tavır göstermektedir. Abd her fırsatta Türkiye ile önemli müttefik olduğunu vurgulasada çoğu uluslararası olayda Türkiye'nin aleyhinde hareket etmiştir. Avrupa Birliği, Türkiye'nin ve Türkiye ile ilişkilerin öneminden bahsetsede herdaim özellikle Türk güvenlik sistemi ve idari yapısıyla alakalı Türkiye'nin düşünmediği taslakları masaya koymuş özellikle Kıbrıs, Ege ve Ermeni meselesi gibi durumlarda Türkiye'yi suçlu ilan etmiş, Türkiye'nin haklı terör operasyonlarını bile eleştirmiştir. Rusya Türkiye ile el sıkışmakta ve müttefikliklerinin önemini hatırlatmaktadır. Ancak halen ülkesinde pkk ve pydnin irtibat ofisleri bulunmaktadır ve Ermeni tasarısını desteklemektedir. Her ülke kendi çıkarları minvalinde bir dış politika tesis ettiğinde aslında dostlukların kağıt üzerinde kaldığı Türkiye'nin aleyhine faaliyetlerin geliştiği görülecektir.  Neticede klasik ve modern jeopolitik teoriler batı merkezli kuşatmalar için veri durumunda olmuş bir anlamda bu yazılanlar mutlaka olacaktır psiklojisi belkide meşruiyet veya psikoljik bir hazırlık sağlamıştır. Modern jeopolitik teoriler arasında yakın zamanda ulus devlet küresel sermaye çekişmelerini inceleyen çalışmalarda görebileceğimiz gibi her teorinin bir şekilde Türkiye'ye dayandığı unutulmamalıdır.

Türkiye ısmarlama tezlere endeksli bir politik tutum belirleme alışkanlığı edinirse bu yüzyılda ençok zarar gören ülkelerden biri haline gelecektir. Yeni teorilere göre Türkiye, İran ile savaşacaktır, Rusya ile savaşacaktır, Abd'den askeri yardım alacaktır ve kendisini değiştirebilirse Ortadoğu'ya liderlik yapacaktır. Gerçekten Türkiye'nin harbe ihtyiacı var mıdır? Türkiye hangi coğrafi dilime liderlik edecektir? askeri kapasitesini hangi metodlarla modernize edecektir? gibi kavramların cevabı Türkiye'nin o zaman dilimlerindeki mevcut çıkarlarına göre kendi siyasi ve güvenlik bürokrasisine endeksli oluşturulacak çözümlerde aranmalıdır. Küresel sistem göstermiştir ki her ülkenin birbirlerine bağımlılığı söz konusudur. Yani Türkiye'de bir oranda Nato'nun parçası olmaya devam edecek, bünyesindeki yabancı üslere müsade edecek ve uluslararası anlaşmalara imza atacaktır. Fakat bağımlılık kesinlikle sömürge minvaline dönüşmemeli, yani jeopolitik öneminin farkında, dengeli ancak birtakım merkezlerde hazırlanacak program ve reçeteleride itebilen parlak güç sıfatına erebilen daha az bağımlı ilkesini benimseyecek düzenini oluşturmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder